Dün İletişim Başkanlığı'nın davetiyle Antalya'da düzenlenen KAMP+ Dezenformasyonla Mücadele Kampı programına iştirak ettim. Gençlik ve Spor Bakanlığı'na ait Gençlik Kampı'nda, üç yüz üniversite öğrencisiyle bir aradaydık.
İletişim Başkanlığı'nın titizlikle yürüttüğü bu organizasyon ve Gençlik ve Spor Bakanlığı'nın güçlü desteğiyle, bir vatandaş olarak hem gurur duydum hem de devletimize olan sevgim tazelendi.
Ziyadesiyle iyi planlanmış bir hizmet, dolu dolu bir eğitim kalitesi, her detayıyla özenli bir program...
Bu bağlamda devletin gençliğe verdiği önemi bir kez daha görmüş oldum.
Bendenize tevdi edilen ders konusu ise Yakın Siyasi Tarih ve Dezenformasyon idi. Dersime iyi hazırlandığımı düşündüğüm bir ruhla, genç arkadaşlara bu önemli konuyu anlatmaya çalıştım.
Konunun derinliklerinde yer alan bazı hususlar vardı ki bunlardan birini buraya da taşımayı uygun gördüm. Çünkü meselemiz sadece geçmişi anlamak değil, geleceğe sağlam adımlarla ilerlemek adına hakikat mücadelesini sürdürmekti.
Buyurun efendim.
Ah insanlık, ne demişler; her yeni yalan, eski bir hikâyenin kopyasıdır. Hakikatin peşinde koşarken ayağımıza takılan taş hep aynı: Yalanın maskesi.
Bugün buna "dezenformasyon" diyoruz, ama gelin, önce şu kelimeyi masaya yatıralım.
"Dezenformasyon" derken, neye dayanıyoruz?
Fransızca kökenli bir kelime, yanına "dezenfeksiyon", "deforme", dejenere", "enformasyon" ve "dejenerasyon" gibi, aynı familya grubundan dilimize oturmuş.
Fakat bu kelime, taşıdığı anlamın ağırlığını hakikaten kaldırabiliyor mu? Hayır.
Cümle içinde okunduğunda etki ve tahrip gücü hissedilmiyor.
Çünkü bu kavramın zihne korku salması, yürekte bir ürperti bırakması gerek. "Dezenformasyon" ise sanki bir toplantı terimiymiş gibi duruyor; ürkütücülükten uzak, modern bir şıklığa bürünmüş.
Bu kelimenin karşılığı bizden olmalı, öyle bir karşılık ki içinde şeytanın bütün aldatıcılığı, habis niyeti hissedilmeli.
Çünkü ilk dezenformasyon, şeytanın Hz. Adem'i yanıltmasıyla başladı.
İnsanoğlunun hikâyesi, bu habis yalanın ilk kıvılcımıyla tutuştu ve bellidir ki kıyamete kadar sürecek.
İşte burada, şeytanca bir ruhun sindiğini, bu eylemin özünde habis bir niyet yattığını görmek gerek. Bu yüzden, kelimenin taşıdığı ağırlık da bu niyeti yansıtmalı.
Hangi adla anarsak analım, bu "şeytani yanıltma" eylemi, hakikati karartmak ve insanın güven duygusunu yerle bir etmek için hep en güçlü silah olmuştur.
Sosyal medya çağında, bu silah o kadar keskinleşmiştir ki insanlar çoğu zaman yalanın ne kadar çirkin olduğunu fark etmeden ona gönüllü hizmet eder hale gelmiş durumda.
Bugün gördüğünüz sahte haberler, manipüle edilmiş görüntüler, şeytanın o ilk vesvesesinden ne kadar farklıdır?
Çünkü yöntem aynı, hedef aynı: Hakikati gölgede bırakmak.
Dezenformasyon (veya bizim bulmamız gereken o yeni, korkutucu kavram), yalnızca bir bilgi kirliliği değil; ahlaki ve insani bir meydan okumadır.
"Bilgikatli", "Karabilgi", "İfsadımutlak", "Bozgubilgi", "Çürükbilgi": Hangisi olmalı acaba? Öneriniz olur mu?
Kimi zaman bir krallık bu yalanla yıkılmış, kimi zaman bir halk bu yalanla birbirine düşman olmuştur.
Bugün bizlere düşen görev, hakikatin peşinden gitmekle sınırlı değildir.
Kelimeleri yeniden düşünmek, anlamları yeniden yüklemek, zihinlere sarsıcı hakikat aynalarını tutmak da bizim vazifemizdir. Çünkü şeytani vesvese, sadece yalanlarla değil, zihne ektiği sahte kelimelerle de insanı aldatır.
Bizim görevimiz, bu karanlık kelimeleri hakikatin ışığıyla yıkamak, içimizdeki o habis yankıyı susturmaktır.
Unutmayın, yalan bir fısıltıyla gelir, ama hakikatin sesi her zaman gürdür. Yeter ki o sesi duymaya meyilli kalplerimiz olsun.
Hakikat güneşinin sisleri delip geçeceği günlere...