Devletin zirvesinde ortak bir aklın oluşması, sözkonusu ülkenin geleceğe doğru yol almasının belki de en önemli şartı. Devlet içindeki bölünmüşlük, hele son iki yüzyılın tecrübesine baktığımızda ne yazık ki kulağımıza hiç yabancı gelmiyor.
Herhangi bir krizin çözülmesi bir yana, daha da derinleşmesi, başka bir ifadeyle yönetilebilir olmaktan çıkması, en hafif deyimle bir ‘akıl tutulması’na işaret eder. Ülkeyi yöneten aklın, kurumlardan siyasete, toplumun farklı katmanlarından tarihsel tecrübeye kadar geniş bir alanda ortaya çıktığını dikkate alırsak; sorunu sadece görünen iktidara yüklemek, belki de bu tür sorunların ortaya çıkmasının temel nedeni.
Türkiye’de ana muhalefette bulunan siyasi parti, gerek geçmişi ve bunun üzerinden taşıması gereken tecrübe, gerekse ideolojik duruşu itibarıyla iktidarda bulunan AK Parti’den elbette farklı görüşlere sahip. Öyle olduğu için farklı bir siyasi parti ve bunda yadırganacak hiçbir şey yok.
Ancak eğer ülkenin gelecek tasavvuru üzerindeki farklı görüşler, yeri geldiğinde bir çatışmanın, hatta savaşın gerekçesi olacak kadar derinleşiyorsa, işte orada ciddi sorunlardan bahsedebiliriz. Tam da bu nedenle uluslararası hesaplaşmalar ülkemizde çok hızlı taraftar bulabiliyor; taraftar bulmak ne kelime, kendisine adeta ‘amigolar’ devşiriyor.
***
Neyse ki ortak aklın inşa edildiği alanlarda söz sahibi olan herkes, görüş farklarını bir çatışma noktasına getirme hevesinde değil. Son internet yasası üzerinde hükümetle cumhurbaşkanlığı arasında ortaya çıkan mutabakat, bazı görüş ayrılıkları olsa bile, ‘ortak akıl’ inşasında birlikte hareket etmenin mümkün olduğunu göstermesi açısından çok önemli bir örnek.
Aklını kaçırmış gibi davrananları bir kenarda tutarsak, giderek genişleyen bir ittifak alanında çok sayıda aktör bu çatışmaya dur demenin yollarını arıyor. Altını çizeyim. Çatışmanın tarafları arasında bir uzlaşmadan bahsetmiyorum. O başlık artık kapanmış görünüyor.
Ancak bu çatışmada belli bir yerde konuşlanması istenenlerin önemli bir bölümü, siyasetin açık/şeffaf yol haritasıyla yola devam etmenin daha emin olduğunun farkındalar. Dolayısıyla onların ağırlığı arttıkça, çatışma sona erecek. Ancak bir uzlaşmayla değil, kendisini siyasetin yerine koymaya çalışan tarafın sınırlarına çekilmesiyle.
Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül arasında ister görüş ayrılığı deyin, ister üslup farkı, elbette bazı farklı yaklaşımlar olacak, oldu da. Ancak ikisi de herhangi bir şekilde devlet aklını zedeleyecek veya rafa kaldıracak bir yerde durmayacak kadar tecrübeli. Burada bir hazine bulacaklarını umut edenler, bir başka sorunda da, bir başka krizde de beklediklerini asla bulamayacak.
Son zamanlarda uluslararası çevrelerde karar verici güce sahip bazı kurumların ve yapıların temsilcileri Türkiye’de yoğun bir temas trafiği yürütüyor. Bunun iki nedeni var. Elbette öncelikle kendilerine farklı kanallardan gelen çatışma bilgilerinin ve öngörülerin ne kadar sağlıklı olduğunu anlamaya çalışıyorlar. İkincisi de ortaya çıkacak yeni siyasi mimaride kendilerinin nasıl bir yer bulabileceğinin hesabını yapıyorlar.
Hiçbir kapalı yapının, siyasetin şeffaf yapısından daha demokratik olamayacağını elbette bilmesi gereken herkes biliyor. Dahası bu temasların sonunda herkes, Türkiye’de ancak meşru ve demokratik bir siyasetin yoluna devam edebileceğini, onun dışında kendisini siyasetin yerine koyan yapıların tasfiye olacağını da kolaylıkla fark edecek.
Neden kolaylıkla? Çünkü internet yasası üzerinde ortaya çıkan mutabakat, yakın geleceğin en önemli işaret fişeği de ondan.