Cevaplamaya geçmeden bazı tespitler yapalım;
1- 1994’te Ortadoğu ve İslam coğrafyasında “küresel şekillendirme” ilk sinyallerini verirken, Türkiye’de ilginç bir olay yaşandı ve kriz sonucu en büyük medya şirketleri DEVLET FONLAMASIYLA el değiştirdi. 90 günlük % 50 net faizli hazine bonosu ile bu şirketlerin alımı zorla DEVLET’e finanse ettirildi.
2- 28 Şubat’ın “öne çıkan aktörlerinin” asker-sivil hepsinin özellikle İsrail ile arasında “iyi bir ilişki” vardı!
3- Özellikle Neo-Con lobisi “1994’ün başından itibaren” Orta Doğu’daki “hedefledikleri” şekillendirme operasyonunda TSK’yı en büyük “ENGEL” olarak görüyorlardı!
4- 2001-11 Eylül saldırısından aylar önce özellikle Amerikan sermaye piyasalarında ve küresel emtialarda ciddi bir KONSOLİDASYON ve DEĞİŞTİRME yaşandı. Hisse senedi ve bono satan bazı fonlar, “tangible assets” yani altın gibi “elle tutulur-güvenilir” mallara ve petrol kontratlarına yöneldiler.
5- 11 Eylül’ün arkasında olan güçler, bu saldırı sonrası “Orta Doğu’da dengenin değişeceğini” ve dünya dengesinin daha doğrusu yeni diyalektik yapının “Süper Güç Batı bloğu ve karşısında zorla kavramı algılamalarımıza oturtmaya çalıştıkları “İslami Terör” üzerine oturacağını biliyorlardı.
6- Özellikle bu kaos içinde İslam coğrafyası genelinde “çekirdek olacak” Türkiye merkezli kullanacakları bir “ılımlı görünüme” ihtiyaç vardı ama bu yapının “merkezi Türkiye dışında” korunmalıydı...
Sevgili dostlar, burada kesiyorum ve yeni bir alt soru sorarak, TSK’ya “büyük saldırı neden yapıldı” sorgulamasına 2006’dan beri verdiğim cevapların alıntılarına geçiyorum;
Başlamadan çok önemli bir detayı belirtmekte büyük yarar var; Clinton döneminden itibaren ortaya çıkmaya başlayan ve 2001 krizi ile “yönetimi ele alan DERİN AMERİKA”, bugün Başkan Obama’nın da çok ciddi mücadele verdiği bir yapı. Aşağıdaki yazıda ABD diye gördüğünüz vurgular “Amerika’yı değil Amerikan vatandaşlarını da hedef alan DERİN YAPILARI” işaret ediyor...
Bakalım 2006’dan bugüne neyin altını çizmişiz, ne demişiz, bazı bölümleri aynen paylaşıyorum. Bunları paylaşmamın amacı TSK’yı kurumsal olarak elimden geldiğince bu sorgulamaya davet etmek...
Bakalım neler yazmışız;
“...TSK’ya kimler, neden saldırıyor ve ‘yıpratma kampanyası’ yürütüyor?
Adım adım gidelim... 1- Bill Clinton Mayıs 1997’de ‘Yeni bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi’ adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü ‘kendi çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin’, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede Türkiye ve bulunduğumuz bölge ile ilgili şu cümleler yar aldı; ‘...iki yüz milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır... Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, yaşamsal çıkarlarımızdan biridir’... 2- Bölgedeki dinamiklerin değiştiğini düşünen Türk Genelkurmay’ı, 1997’de ‘Milli Askeri Strateji Konseptini (MASK) değiştirdi ve ‘aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSK’nın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların tespit ve iyileştirilmesi’ gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı. Bu değişim aslında ‘Ortadoğu’da yerleşme’ derdini yavaş ortaya dökenlerin, ne yapmak istediğini ‘ilk algılayan yapı’ olma özelliğinden kaynaklanıyordu... 3- MASK’ın değişmesi bazı çevreleri rahatsız etti... Bu yapılar, TSK’nın ‘bölgede barışçıl merkezli bir yapıya sıcak bakmasından ve kararların Ankara’dan alınmasından’ ciddi anlamda rahatsız olmuştu. Ayrıca MASK’ın değiştirilmesi ‘eleştiriliyor’ ve şu ifade kullanılıyordu; ‘...Türkiye’nin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak güçlenmesi ve artan askeri gücü, bölgedeki istikrarsızlığı artırmaktadır’... 4- Aynı dönemde yazılan sorgulamaya yönelik özellikle DERİN KÜRESEL YAPILARIN raporlarında; ‘Türkiye’nin 2015 yılına kadar alacağı tavrın ve ülke içindeki gelişmelerin’ küresel yapıların ana çıkarlarının’ bulunduğu Büyük Ortadoğu bölgesinde belirleyici olacağı belirtiliyordu... 5- Bütün bunlar olurken Türkiye 1999-2001 arasında tarihinin en büyük ‘finansal manipülasyonu’ ile karşı karşıya kaldı. 57. Hükümet FİNANSAL-ENTELEKTÜEL KAPASİTESİ yeterli olmadığı ve gerekli siyasi istikrarı gösteremediği için içeriden-dışarıdan atılan adımlar ile ‘pasifize’ edilip, ülke Kemal Derviş’e teslim edilirken, koalisyon ortağı partiler siyasi dinamik içinde attıkları adımlar ile eridiler. Ve en önemlisi GÜÇLÜ BİR SİYASİ DURUŞ olmadığı için Türkiye’nin değerlerinin tasfiye edilmesi süreci başlatılmak istendi... 6- Türkiye’de rejimle ‘düellosu’ olanlar ve Devlet düşmanı eski bazı fraksiyon mensupları’, yukarıdaki dinamiklerle eşzamanlı harekete geçti ve TSK’ya saldırı da pozisyon alarak, DERİN PLAN içinde olmak üzere yola çıktılar”...
Sonuç: 1994 sonrası ekonomik kriz eşliğinde başlayan şekillendirme, 2001 sonrası da devam ederken, TSK’nın kumpas altına alınması, Milli İrade’ye saldırı, Gezi olayları, 17-25 Aralık darbe denemeleri ve LİDER’i açtığı yoldan döndürme girişimleri ile sonuç artık çok net; SALDIRI artık sadece Devlet, Hükümet, TSK veya başka kurumlara değil! Saldırının şiddeti Türkiye adına çok ciddi bir noktaya geldi ve bence en önemlisi konu artık SİYASİ değil! Saldırı ekonomiden-siyasete her alanda DEVLET’i tehdit eden bir şekil aldı ve Türkiye ayağa kalktıkça, yeni bir “kol açarak” ilerlemeye çalışıyor... Ne mi yapmak gerekiyor? LİDER, bu saldırıya karşı cesur bir şekilde ilerliyor... Bizler ne yapabiliriz tartışmaya devam edeceğiz...