İç savaşlara sürüklenen ve nihayetinde parçalanan devletlere baktığımızda esas tehlikenin dış dünyadan değil, içeride toplumu ve devleti bir arada tutan güçlü bağların bulunmayışından kaynaklandığını rahatça görebiliriz.
Suriye’de Esad, Irak’ta Saddam, Mısır’da ise orduya dayalı tek parti idaresi halkı zorla o ülkenin vatandaşı haline getirmeye çalışmışlardır. Ortadoğu’nun geneline bakıldığında devlet-vatandaş ve vatandaş-vatandaş ilişkilerinin güçlü toplumsal, ekonomik, siyasi ve kültürel bağlar üzerine kurulmadığını görürüz. Ortada gönüllü bir ilişkiden çok, zorunlu ve empoze edilen bir ilişki yumağı vardır.
Böylesine zoraki yapılar iç ve dış zorluklar karşısında kolayca çatlamaya başlarlar. Bu tür toplumlar provokasyona da, dış aktörlerle kendi halkları veya devletlerine karşı işbirliğine de oldukça açıktırlar.
***
Elbette Türkiye, Ortadoğu’da istisnai bir ülke. Devlet-toplum ve toplumun kendi iç ilişkileri ağırlıklı olarak gönüllülük üzerine kurulu. Buna rağmen Türkiye’nin de pek çok alanda Ortadoğu hastalıklarına sahip olduğu reddedilemez bir gerçektir.
Ortadoğu kasıp kavrulurken Türkiye’nin ilk alması gereken önlem ise şüphesiz içeride ortak mutabakat alanını genişletmek ve güçlendirmek olmalıdır. Ankara, içeride gönüllü vatandaşlık bağlarını güçlendirebildiği ölçüde güçlü olacaktır.
Ortak mutabakat alanı hepimizin üzerinde anlaştığı, hepimiz için iyi ve güzel olan değer ve çıkarlar bütünüdür. Mevcut şartlar dikkate alındığında bu alanın olabildiğince dinlerin, mezheplerin, ırkların ve etnik kökenlerin ötesinde inşa edilmesi şarttır. Başka bir deyişle, ister Hıristiyan, ister Kürt, isterse Alevi olsun her hangi bir Türk vatandaşı ortak mutabakat alanına baktığında rahatsız olmamalı, tam tersine o alandaki değer ve zenginliklerin artmasında fayda görmelidir.
Bu bağlamda Türkiye, Suriye gibi ülkelere bakarak kendisini abartmamalı, özellikle devlet-vatandaş ilişkilerinde hâlâ alacağı uzun bir mesafenin olduğunu bilmelidir. Örneğin devlet-Alevi ve Alevi-Sünni ilişkileri hâlâ çok yaralıdır. Aynı şekilde Kürtler ile devlet arasındaki sorunlar da henüz çözülebilmiş değildir. En kötüsü her iki sorun da her geçen gün Ortadoğu’da alevlenen Kürt milliyetçiliği ve mezhep kavgalarının kötü etkisine daha fazla maruz kalmaktadır.
***
Tablo buysa ne yapmak gerekir? Yapılması gereken ilk iş Türkiye’deki hiçbir grubu devletten saklanmaya ve devlete sızmaya mecbur bırakmamaktır. Bu ülkenin insanları kendilerini kendi devletlerinden saklamak ve kapalı bir cemaat şeklinde yaşamak zorunda bırakılmamalıdır.
İkinci olarak, devlet ve taraflar karşıdakini tanımlamaktan vazgeçmelidir. Örneğin devlet artık Alevilerin ne olup ne olmadığı konusunda kafa yormayı bir yana bırakmalı ve kendi insanını olduğu gibi kabul etmelidir. Bu bağlamda cem evlerinin ibadet yeri olup olmadığı seküler bir devlet için absürt bir sorudur. Alevilerin devlette temsil edilmemeleri de adil olmayan bir durumdur. İnsanlarımızın uzun yıllar boyunca adeta yok sayılmış olmaları kabul edilemez bir haldir.
Devlet bugüne kadar insanlarının farklarını yok saydı. Bu durum gerçeklere gözünüzü yummaktan başka bir şey değildir ve siz gözünüzü yumdunuz diye milyonlarca insan ve ihtiyaçları bir anda kaybolmamaktadır. Devlet yok saydığı zaman o insanlar kapalı bir cemaate dönüşmekte ve devlete sızmaya, hakkı olanı gizlice elde etmeye çalışmaktadır. En kötüsü ise bu kapalı cemaatleşme her zaman diğerlerine öfke (hatta nefret) duygularının etrafında örülmektedir. Burada Alevileri örnek verdik, ancak benzeri tespitler Kürtler, dini gruplar ve diğer gruplar için de yapılabilir.