Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz gecesi Müslüman Anadolu’yu işgal teşebbüsünün ardından yaptığı açıklamalardan birinde “Devleti sıfırdan kuracağız” dedi.
Müslüman Anadolu’nun ruh köküne düşmanlıkta sınır tanımayan ve işgalci Batı’nın köhnemiş değerlerini kölece bir tutkuyla sahiplenen sistem uzun zamandır can çekişirken, 15 Temmuz gecesi Batı’nın yeni işgal hamlesinin püskürtülmesiyle can verdi (mi)!?
“Güzel bir tevafuk oldu, işgalci Batı bulgura giderken evdeki prinçten de oldu” mu diyeceğiz, yoksa, köhnemiş Batı’nın değerleri bu sefer başka bir “çülük” veya “izm” adı altında bizlere servis mi edilecek? Evet, zihinlerde soru işareti var...
Yaşanan hercümerçte kimsenin kimseyi dinleyecek mecali yok. Kabul, bazı şeyleri konuşmak için cemiyetin ve ülkeyi yönetenlerin üzerine bir sekinet çökmeli ama...
Yüksek sesle: Ama!..
Bu hercümerçte paslanmış zokaları da yutmayalım!
Batı’nın kucağında büyüyen Fethullahçı Terör Örgütü’nü “şeriatçı” diye halka anlatıp laiklik pazarlayanlar...
“La ilahe illallah demek yeterli, Muhammedün resûlullah’ı söylemeye gerek yok” diyen FETÖ’yü “gelenekçi” diye halka anlatıp Müslüman Anadolu’nun ruh kökünü yoğuran Ehl-i sünnete ve tasavvufa saldıran modernisti, mezhepsizi vb...
Sizlere sesleniyorum. Hiç çakallık yapmayın. Çok iyi biliyoruz ki, Fethullah Gülen sizin hocanızdı!..
Sizin yapmak istediğinizi Batı bin misliyle ona yaptırdı. “Dinlerarası diyalog” adı altında İslâm’ın temellerini bozmaya çalıştı. “Muasır Batı” denilerek Müslüman Anadolu halkının önüne hedef diye konulan ahlâksızlıklar onun eliyle halka yutturuldu. Kemalistler’in yapamadığını o iyi becerdi...
Bu saatten sonra, 90 sene önce temelini attığı sistemi 15 Temmuz gecesi modifiye edip FETÖ eliyle Anadolu’yu yönetmeye devam edeceğini planlayan Batı’nın diliyle konuşamayız.
Bu saatten sonra, Müslüman Anadolu’nun ruh kökünden neşet eden ve 90 yıl önce “kurbağaca”ya mahkûm ettirilip unutturulan mânâ dilini nasıl öğreneceğimizi konuşmalıyız.
Bahsettiğim mânâ dilinin ocağı olan tasavvufa, tekkelere düşmanlık yaparak işgalciye karşı konulamaz.
Ümmeti Muhammed’in ana yol olduğunda ittifak ettiği Ehl-i sünnet ve’l cemaat’e düşmanlık yaparak işgalciye karşı konulmaz.
Biliniz ki, nerede Ehl-i sünnete ve tasavvufa düşmanlık varsa orada işgalciye, bilerek veya bilmeyerek yer açılıyordur.
Ehl-i sünnet ve bu itikad üzerindeki tasavvuf bu toprakların köküdür. Dikkat ederseniz her kesimin saldırısı da bu kökedir. Ne yaparlar ne ederler mevzuyu Ehl-i sünnete ve tasavvufa getirip salvoya başlarlar. İşgalci, bu saldırılarla bizlerin bu topraklara olan aidiyet duygusunu silmeye çalışıyor. Bu hususta 90 yıl içerisinde başarılı da oldular. Lâkin, 15 Temmuz’dan sonra en çok duyduğum cümle şuydu: “Buraya ait olduğumu hissettim!” Elhamdulillah...
Bu aidiyet duygusunu pekiştirmek ve pörsümesine mâni olmak için, paslı zokaları tekrar yutmamak için yapmamız gerekenler var. İlk başta, eşya ve hâdiseleri teshir altına alacak bir fikri nasıl örgüleştireceğiz?
İkinci olarak, tarih muhasebesi... “İlk insan ilk peygamberdi” diye başlayıp günümüze kadar yapılacak bir tarih muhasebesi. Kronolojiden bahsetmiyorum!
Geçen yazımda değinmeye çalıştım. Selçuklu ve Osmanlı hangi aşk ve vecdle insanlığın umudu oldu ve bu aşk ve vecdi kaybedince ne oldular? Aşkın ve vecdin kaynağı olan ruh neydi?
Batı’nın diliyle değil, Müslüman Anadolu’nun diliyle konuşmak bu mevzuları konuşmaktır!
Sıfırdan devlet kurmak mı, kolay iş!
Bu mevzuları bi konuşmaya başlayalım da...