27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül karanlığı tarihimizin acı gerçekleri. Yüzbinlerce gencin hayatını karartan 12 Eylül'ün gölgesi ne yazık ki 90'lı yıllarda devam etti.
Kolektif hafızada insanlık dışı işkencelerle yer eden cezaevini Orhan Miroğlu ile gezdim. 40 yıl sonra işkence gördüğü cezaevinde acı hatıraların hüznü ile bugün kimilerinin beğenmediği demokratik atmosferi konuşma fırsatı bulduk.
İtiraf edelim ki darbe dönemlerinde devlet dediğimiz sistem milletin elinden çıkmış ve kökü dışarda bir zemine kaymıştır. Acı ama gerçek. Devrimci, Ülkücü, Kürt gençlerimiz birbirine daha fazla düşman olsun diye zindanlarda heder olmuşlardır.
Acılarımızı tartmak, karşılaştırmak bir netice vermeyecek elbette. Hepimiz birbirimizi anladığımızda ise tarih bize büyük fırsatlar verecek.
12 Eylül'ün hayatlarında büyük yaralar açtığı üç insan tanıdım.
Ülkücü lider Muhsin Yazıcıoğlu, Dev-Yol davasından Şaban Bahar ve Diyarbakır Cezaevinden Kürt Aydın Orhan Miroğlu...
Onların gözlerinde yalnızca kendi hikayeleri yoktu. Gördükleri... tanık oldukları.. kulaklarında dinmeyen çığlıklar...
Üç farklı hayatı hücrelere tıkan ve bu toprağın çocuklarına travmalar bırakan anlayışı hafife almayalım. Kendi kendimizi yönetmemizi istemeyen her fırsatta darbelere zemin hazırlayarak bizi on yıllarca geriye götürenler hala geziyor etrafımızda.
Emperyalizmin modern çağında topraklarınızın işgal edilmesine gerek yok. Limanlarınıza, köprülerinize el koymalarına gerek yok. Her kuşakta gençlerinizi elinizden alanlar sizi zaten sakat bırakıyorlar.
Türkiye darbelerle yüzleşmeli, darbe dönemlerinde hukuk dışına çıkanlarla hesaplaşmalı. Ama önce kendimize de çeki düzen vermeli. Birbirini dinleyen birbiriyle hemhal olan bir toplum olmak için gayret göstermeli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Diyarbakır programını yerinde gözlemledim. Yurttaşla devletin arasında derin bir yarık açan Diyarbakır cezaevinin anahtarı artık el değiştirdi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ anahtarı Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'a teslim etti.
Erdoğan iktidarlarında demokratikleşme adımlarında önemli mesafeler kat edilmişti. Kürt kökenli yurttaşlarımızın talepleri tek tek masaya yatırıldı. Kürtçe yayın serbest bırakıldı, üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümleri açıldı, kamu hizmetlerinde yerel dil hizmetleri gibi bir çok konuda adım atıldı. Yurttaşının kimliğini yok sayan değil kabul eden, koruyan bir siyaset anlayışı merkezde varlık gösterdi.
2000'li yıllarda Devlet Baba'dan Devlet Ana'ya geçiş terör örgütünü ve uzantısı çığırtkanları epeyce rahatsız etti.
Şimdi hakikati görme zamanı. Diyarbakır'daki coşku ve huzur iklimi sürmeli. Geçmişten ders alan, yurttaşını el üstünde tutan, teröre geçit vermeyen, yavrusunu koruyan Devlet Ana'yı yaşatmak zorundayız.