Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Kürt açılımında yeni döneme girilmesiyle birlikte üslubunda meydana gelen değişim, bildik keskin tavırlarında yakınlarda fark edilen yumuşama yüzünden şaşıranlar arasında sizler de var mısınız?
Lütfen şaşırmayınız.
Silivri’de görülen ‘Balyoz’ davasında yargılanıp uzun sayılabilecek bir hapis cezasına çarptırılmış Org. (e) Ergin Saygun’u, önce ailesini telefonla arayıp “Geçmiş olsun” dileklerini ileterek, sonra kalp ameliyatı olduğu hastaneye bizzat giderek memnun etmesi de sizi hayrete düşürmüştür mutlaka...
Hayrete de düşmeyiniz...
Kiminin ‘taktik’ dediği, kiminin ‘gömleği lekeleme’ metaforuyla değerlendirdiği bu yeni söylem/tavır, uyandırdığı tartışma ikliminde söylenip yazılanlar yüzünden, şaşırmayanları bile hayretten hayrete düşürmeye yarıyor.
Yine de “Şaşırmayınız” uyarımı dikkate alın derim ben. Bu bir-iki farklı tavra şaşırırsanız, daha güçlü mesajlar içerecek yeni gelişmeler kendini belli ettiğinde ne yapacağınızı bilemez hale gelebilirsiniz...
Uyarımın sebebi şu: Tayyip Erdoğan belli bir ‘devlet aklı’nı siyasi hayata taşıdı; şimdilerde değil, neredeyse kamusal alana adım attığı ilk günden itibaren... Bugün de ‘devlet aklı’ neyi gerektiriyorsa onu yerine getiriyor...
‘Devlet aklı’ dediğimde hemen ‘ya devlet başa ya kuzgun aşa’ türü kör edici bir anlayış aklınıza gelmesin. ‘Devlet aklı’ zora düşüldüğünde ilk elde aleyhte görülen ‘B planı’nı devreye sokmaya yarayan akıldır. İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e, tek partiden çok partili hayata hep ‘devlet aklı’ ile geçildi. Hatta 2002’de Ak Parti’nin iktidar olabilmesini, 2007’de Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkabilmesini de —gecikmeli de olsa— devreye giren ‘devlet aklı’na borçluyuz.
Aynı akıl şimdi de ‘Kürt sorunu’ üzerinden sistemde hafif tertip değişiklikleri başarmayı amaçlıyor.
Gelişmeleri yalnızca ‘siyasi iktidar’ tercihiyle anlamaya çalışırsak şaşırabiliriz. Üslupta düzelme, tavırda değişim kişisel veya partisel kararla olduysa, KCK davası tutuklusu bir kadının, kızı lösemi hastası diye, mahkeme tarafından salıverilmesini neye bağlayabiliriz?
Benim ‘devlet aklı’ dediğim refleks devletin başlangıçta direnen unsurlarını da hizaya sokacak bir iradenin dışa vurumudur. Direnen direnmekten vazgeçince, anlayın ki, ‘devlet aklı’ orada devrededir... Tıpkı şimdi —adını koyamasalar bile— artık herkesin fark ettiği gibi...
2013 yılına girilirken ‘Türkiye tablosu’, hiç değilse bazı yönleriyle, ‘devlet aklı’ müdahalesi bekliyordu: Gazetecilerini cezaevlerine tıkan bir ülke... Fikir ve bilim adamlarına saygısızlık... Her an her şeyin olabileceği sürprizlere açıklık... Hastalara acıması olmayan bir nobranlık...
Tablo buydu.
Suikastlar ve toplumsal olaylarla kitleleri harekete geçmeye hazırlayanları, ‘derin devlet’ adına operasyon düzenleyenleri yargılamak bile, bir-iki basit yanlışlık yüzünden, ‘intikamcı davranış’ görüntüsü verebiliyordu. Sonunda ‘devlet aklı’ yanlışlıklara son vermeye zorladı siyasi iktidarı...
İyi de yaptı. Bilerek veya bilmeden o yanlışlıklardan sorumlu olanlara değil, doğrudan iktidara kesiliyordu fatura ve fatura yüzünden hayati değişiklikler gecikmeye uğruyordu.
Hiç kuşkunuz olmasın, doğru olan Başbakan Erdoğan’ın şimdiki söylemi ve şimdiki tavrıdır...