Hakkı Öcal ağabeyimizin “aşırı duygulandı, herhalde bu nedenle ‘ben de yokum’ dedi” beyanıyla karşılaşmasaydım, bu konuyu yeniden gündeme getirmeyecektim.
Hakkı ağabeyimiz, bir süre önce Star gazetesinden istifa ettiğini açıklayan bir yazarın gidişinden kendimi “sorumlu” gördüğümü ve bu konuyu “vicdani bir mesele” haline getirdiğim için sessiz sedasız gazeteyle yollarımı ayırdığımı sanıyor.
Bu nedenle, son derece samimi ve naif bir açıklama getirmiş 10 günlük yokluğuma...
Hemen izah edeyim:
Neredeyse bir yıldır, izin kullanmadan, “ağır” ve “netameli” sayılabilecek konularda harala-gürele yazıyorum.
Zihnen ve bedenen çok yoruldum.
Star gazetesiyle yollarını ayıran yazar araya girmeseydi, iznimi daha önce kullanacaktım.
Son derece samimi niyetlerle yaptığım bir “hatırlatma” (“kol saati” hatırlatması) mahut yazar tarafından “tartışma”ya dönüştürülünce, bir hafta rötarla izne çıkabildim.
Hepsi bu!
Hayır, elbette kendimi “sorumlu” hissetmiyorum.
Bir yazar, “gördüğü lüzum üzerine”, gazetesiyle yollarını ayırmış; bana ne!
Baştan itibaren aynı şeyi söyledim, söylüyorum:
Benim elimde yolsuzluk yapıldığına dair bir bilgi, bir belge, meşru yollardan temin edilmiş bir “döküm”, bir “görüntü”, bir “ses kaydı” bulunmuyor. Bu nedenle, “Falanca Bakan yolsuzluk yapmıştır, filancası şu değerdeki saati koluna takmıştır” diyebilecek durumda değilim.
Bununla birlikte, “zinhar, yolsuzluk yapılmamıştır” iddiasında da değilim.
Sadece, “Bu konuyu bilmiyorum. Bildiğini iddia edenler varsa, ki müstafi Star yazarı bildiğini iddia ediyor, ellerindeki belgeleri sunsunlar ki, biz de başkalarının sırtından vicdan gösterisi yapabilelim ve içimize sindiremeyelim” diye yazdım.
Bir de şu hatırlatmayı yaptım:
Müstafi Star yazarı, neden dört yıl sonra (konu ABD mahkemelerine intikal edince ve bir Bakan hakkında yakalama kararı çıkarılınca) 17/25 Aralık iddialarını “güncelleme” ve üzerinde vicdan gösterisi yapma gereği duydu?
Sonra da (mealen) şu soruyu sordum: “Bu çırpınışın altında, FETÖ yargısı başaramadı, ABD yargısı başarsın gibi bir işgüzarlık yatmıyorsa, müstafi Star yazarının derdi ne?”
Bu sorularım ve hatırlatmalarım, sadece hakaret sözcükleriyle karşılık buldu.
Sair yayın organlarında mütemadiyen “Peygamber ahlakı”ndan söz eden müstafi yazar, yaşına başına ve de “derviş” hallerine bakmadan, önce “Soda iç...” diye mukabelede bulundu.
Bu özensiz ve yanında “ayıp” sözcüğünün de hafif kalacağı terbiye dışı ifade sorularımın cevabı değildi.
Sorularımı tekrarlayınca, “terbiyesizlik çıtasını” yükseltti.
Ben, “Elinde FETÖ tapeleri dışında ne var? Hangi belgelere göre konuşuyorsun?” diyorum.
O, “Kol saatinin üzerine kapanmak sana mı kaldı?” diye hakaret ediyor.
Ben, “Neden ağzını bozuyorsun? Sorularıma cevap versene! FETÖ tapeleri dışında bir lafın yok mu senin?” diyorum.
O, “Şebeke üyesi” diye hakaret ediyor.
Böylece tartışmış oluyoruz...
Şunu da eklemem lazım:
Ben izne çıktığımda, müstafi Star yazarının “yazarlığı” devam ediyordu.
Bu nedenle, “şebeke üyesi” suçlamasına cevap veremedim. Bugün cevap verebiliyorum...
Müstafi yazar, ikimiz arasındaki tartışmayla ilgili olarak, “Bana cevap hakkı tanınmadı” diyorsa, bilin ki yalan söylüyor.
Ona cevap hakkı tanındı.
Daha doğrusu, benim de gazetem olan Star, müstafi yazarın hakkımdaki küfür ve hakaretleri “aynen” yayınladı.
Bundan müşteki değilim.
Benden sonra (haklı olarak) topa giren iki Star yazarına yönelik hakaretleri gazetede yer bulamayınca, ayrılma kararı almış.
Kendi seçimidir.
Ben devam etmesini isterdim.
Devam etseydi de, “cevabını” alsaydı!