Bu hafta, çok önemli bir haber bize bütün bu olanların ve bundan sonra olacakların nedenlerini ve olası sonuçlarını anlattı. ABD’de otomotiv sanayinin merkezi Detroit yerel yönetimi iflas için mahkemeye başvurdu. Detroit Yerel Yönetimi, otomobil fabrikalarının kurulmaya başlamasıyla akına uğrayan ve daha 1950’lerde 1.8 milyonu bulan kentin nüfusunun 700 bine düştüğünü ve buna bağlı olarak vergi gelirlerinin giderleri karşılamadığını iflas başvurusunda belirtmiş. Kent, güvenlik, aydınlanma, sağlık taleplerinin karşılanmaması gibi hayati sorunlar yaşıyormuş. Kentteki ambulansların üçte ikisi kullanılamaz durumda (dikkat edin, kent ABD’nin otomotiv merkezi) sokak lambalarının yarısı yanmıyor. Eğer Detroit’in iflas başvurusu kabul edilirse kent alacaklara karşı korumaya alınacak, borçlar yapılandırılacak ve Detroit Sanat Müzesi, hayvanat bahçesi, kentin kamuya ait birçok sanatsal, doğal zenginliği mezata çıkacak. Bilmiyorum bir ekonomi, bir sektör daha nasıl batabilir...
Beyaz Saray neden müdahil değil?
Ancak burada ilginç olan Obama yönetiminin Detroit’e federal bütçeden yardım yapmaya yanaşmaması. Beyaz Saray sözcüsü Jay Cerney, yardım düşünmediklerini, sorunun Michigan Eyaleti, Detroit kenti ve alacaklılar arasında olduğunu ve böyle çözülmesi gerektiğini söyledi. Yani Beyaz Saray, meseleyi ‘ulusal’ bir mesele olarak görmüyor. Bu önemli; çünkü birincisi ne pahasına olursa olsun ekonomik ömrü bitmiş bir yapıyı yapay yöntemlerle bir süre daha yaşatmanın maliyeti çok daha fazla; ikincisi ulusal pazar ve ulusal bütünlük geride kalalı çok oldu. Beyaz Saray’ın bu meseleye umarsız olması sistemin şekilsel olarak federal olmasından kaynaklanmıyor. ABD devleti, bütün tarihi boyunca bu tür ekonomik çöküşlerde müdahil olmuştur. Bu bize ‘eskinin’ bittiğini ABD’nin de artık kabul ettiğini, işi kendi ‘doğasına’ bıraktığını gösteriyor.
Bursa Detroit olsa...
Şimdi düşünsenize, Türkiye’nin otomotiv sanayi merkezi Bursa’da sokakların aydınlatılmadığını, itfaiye teşkilatının çalışamaz duruma geldiğini, Sağlık Bakanlığı’nın ambulans hizmetlerini veremediğini, Belediye’nin iflas edip elindeki tarihi zenginlikleri satmak durumunda kaldığını (aslında bu sonuncusunu biz kriz olmadan yaptık; sarayların arka bahçelerine otel, futbol stadyumu yapmışlığımız vardır...) Gerçekten Bursa bu duruma düşmedi ama Detroit düştü... Demek ki mesele, Batı’ya öykünüp, onun ‘muasır medeniyet’ seviyesine gelmek falan değilmiş. Şimdiki kriz, sistemin tam göbeğinde çıktı ve oranın ‘malı’. Ama bundan önemlisi, ABD’nin çökmekte olanı görüp buraya müdahale etmemesi... Böyle olunca biz neden hâlâ bizde de zamanı dolmuş, sokak kalkışmasından bile yeni model otomobil üretmek gibi, yeni model bir darbe üretmeye çalışan yağmacı sermayeye otomobil yaptırmaya çalışıyoruz... ABD gibi onları kendi haline bırakalım, nasılsa batacaklar... ABD devleti batmayacağına inandığı her sektörü yaşatmıştır...
Devlet olmasa çoktan batarlardı...
ABD’li iktisatçı Paul Baran, ‘tekelciliğin çökertici etkileri denetlenmeden işletilmeye bırakılsaydı, ABD ekonomisi 19. yüzyılın sonundan önce bir durgunluk dönemine girer ve kapitalizmin 20. yüzyılın ikinci yarısına bile varması imkânsız olurdu’ diye yazar. Baran, devlet müdahaleleri dışında sistemin yaşamasına imkân sağlayan iki önemli dinamikten daha bahseder; a) Çığır açıcı teknolojik buluşlar ve yenilikler b) Savaşlar... Bütün 19. yüzyılı ve 20. yüzyılın aşağı yukarı tamamını etkileyen ve sistemin ekonomisini sürükleyen, savaşlar dışında, üç ‘çığır açıcı’ ve sürükleyici ‘yenilik’ olmuştur. 1) Buhar Makinesi 2) Demiryolu ağları 3) Otomobil... Bu üç önemli buluş ya da ekonomik çıkış savaşlarla harmanlanmış ve iki büyük yüzyılı belirlemiştir. Şimdi bunların yerini; 1) Bilgi ve Teknoloji çevrimi 2) Bilgi ağları 3) Bilgisayar, ağ teknolojileri ve gen teknolojileri alıyor...
Detroit’de aslında ne battı?
Şimdi Detroit’de batan yalnız otomotiv sektörü değildir. Otomotiv, şehirlerarası kara yolculuğunu, buna bağlı turizmi, banliyöleri, petrol endüstrisini, buna bağlı hizmet ekonomisi de oluşturmuştur. Otomotiv endüstrisi kendi kültürünü de ortaya çıkarmıştır. Mesela Detroit’den çok önce tarihe karışan ‘US Route 66’ yani ABD 66. otoyolu...
Bu otoyol, ABD’nin ana caddesi diye bilinirdi; en batıdan yani Chicago’dan başlar Los Angeles’te -3940 km- son bulurdu. 66. otoyol, Nat King Cole’den Rolling Stones’a kadar birçok ünlü şarkıcı ve gruba ilham olmuştu. US Route 66, 1926’da, yani Ford’un ünlü ‘T’ modelinin zirveye vardığı ve dört kapılı modelinin piyasaya sürüldüğü yılda açılmış ama bu, aynı zamanda, 20. yüzyılın kriz ve savaşlarla örülü tarihinin de açılışıdır. Ancak, Route 66’nın sonu Detroit’den önce oldu, 1985’te ABD Karayolları Sistemi’nden çıkartılarak yerini eyaletler arası yol sistemine bıraktı. Çok anlamlı, aslında 1985 yılı da ABD’de Reaganomics diye anlatılan neoliberal arz yanlı iktisat politikalarının Başkan Ronald Reagan ile inişe geçtiği yıldı.
Demir ağlar mı bilgi ağları mı?
Gördüğünüz gibi batan yalnız Detroit’deki otomotiv endüstrisi ve bir şehir değildir. Batan, bir yüzyıldır. Onun ekonomisi, sektörleri, anlayışı, kültürü ve tabii bütün bunları kafasında bir ideoloji olarak taşıyan insanı ile bir dönem bitiyor...
Demir ağlar, çelik, silah yüzyılı ve onun solu da bitti. Stalin, 1946’da Sovyetler demek, 50 milyon ton pik demir, 60 milyon ton çelik, 500 milyon ton kömür, 60 milyon ton petrol demektir diyordu... Bugün sizce bu bir şey ifade ediyorsa devam edin... 20. yüzyılın solu da sağı da bitti. Hiç kimse bunların üzerinde artık gezinmesin, burada ısrar etmesin... Detroit’te bir sektör batmadı bir ideoloji ve kültür de battı.
Bu Türkiye gibi ülkeler için bir fırsat mıdır; evet fırsattır. Buhar makinesi, demiryolu ağları ve otomobil zamanlarını kaçırdık. Onların ideolojilerini de, hala onlarla oynayanlara bırakalım...
Türkiye gibi ülkelerin, biteni değil ama bilgi ve teknoloji çevrimini, bilgi ağ toplumunu ve buna bağlı katılımcı demokrasiyi yakalama şansı var. Bu tarihi ve büyük bir fırsattır.
Gelişmiş ülkeler, bütün zamanların en derin ve en uzun krizini yaşıyor. Bu kriz eskinin zenginlerini ile yoksulların eşitleyecek fırsatları da öne çıkartıyor. Gelişmiş ülkeler, teknolojiyi eskisi gibi denetleyemiyorlar ve eski yollarının sonuna geldiler. Bu yol ayrımının farkına varalım…