Kürt meselesinin 2009’da ilk kez resmî gündeme alınması oldukça sert bir turnusol testinin de önünü açmıştı. Kolay değil, sorunun isminin bile telaffuz edilemediği dönemlerden Meclisin ana gündemi haline gelme süreci, ciddi bir travmanın ortaya çıkmasına yol açmıştı. Bu süreçte Mecliste yapılan görüşmelerin Kürt meselesi üzerine yürümesi beklenirken, Dersim ana tartışma unsuruna dönüşmüştü. Bunun nedeni, Dersim’in, bir yönüyle yeni Türkiye ile eski Türkiye’nin ayrıldığı hattı oluşturması. Gelinen noktada ise Dersim’le helalleşenlerle, Tunceli’ye tutunanlara milletin ne kadar teveccüh edeceği Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek dinamiklerden birisi olacak.
2009’da Kürt meselesinin ilk kez Meclis gündemine gelmesiyle birlikte, yaşanan yüzleşmeye dair şöyle yazmışız:
“...Devlet için aklını bulma, derinliğini fark etme imkânı sunuyor. Kürt sorunu, artık bölünmeden çok büyümenin, ayrışmadan çok bütünleşmenin adresi olduğunu ‘derin bir devletin’ anlamasını icbar ediyor. Devletin bidayetinin de, nihayetinin de adalet olduğunu hatırlatıyor. Türkiye’nin siyasal ve sosyolojik sınırlarının coğrafi sınırlarını alabildiğince zorladığı bir dönemde; güncel sığlıkların yerine tarihî derinliklerin konuşulmasını mecbur kılıyor. 19. yüzyıl korkularımızın, 20. yüzyıl ezberlerimizin artık bir anlam ifade etmediğini anlamamızı istiyor. Ortadoğu’da yeni güçler dengesine geçilirken, asırlık statüko değişirken Türkiye’nin yüzyıl önce ıskaladığı değişimi bir kez daha ıskalamasına milletin müsaade etmeyeceğini söylüyor. Yıkılmış, dağılmış bir imparatorluktan doğan cumhuriyetin, bütün yenilmiş asiler gibi, milletin onurunu tamir etmek üzere ‘gâvura karşı’ haykırdığı ‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’ sloganını; artık kendi milletine haykırmaktan vazgeçmeye davet ediyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne terörle mücadele yöntemlerini sorgulama imkânı sağlıyor. Toprağa düşen herkesin bu vatanın çocuğu olduğunu anlama büyüklüğünü göstermeye davet ediyor. Orduyu, artık PKK’yı yendiğini idrak etmeye, süreci tıkamanın bir anlamı olmadığını görmeye çağırıyor. Akan kanların, kaybolan canların sıradan olmadığını, bunun büyük bir toplumsal ve siyasal maliyeti olduğunu ve önüne geçilmesi gerektiğini görmeye davet ediyor. Dağlarında eli silahlı adamların dolaştığı bir ülkenin enerjisini teröre harcayarak ‘güçlü olamayacağı’, dolayısıyla ‘güçlü bir ordusunun da’ olmayacağını hatırlatıyor.
CHP’ye yirmi yıl öncesinden başlayarak Kürt sorununa dair hazırladığı çözüm önerilerine sahip çıkma şansı veriyor. CHP’ye, Kürt meselesinde defteri kabarık tek parti CHP’sinden kurtulma imkânı veriyor. Ülkemizin sadece bazı şehirlerinde değil, birçok şehrinde siyaset yapma ihtimalini sunuyor. Aynı çerçevede CHP’ye normalleşme imkânı sunuyor. Bir zamanlar Doğu ve Güneydoğu’da var olabilen, Kürt meselesiyle doğrudan ilgilenen bir parti olma imkânını yeniden açıyor. CHP’ye milletin partisi olmak için altın değerinde bir fırsat sunuyor.
MHP’ye ‘Türk olma’ imkânını sonuna kadar açıyor. ‘Türk olma’ asırlar boyunca zihnen ve fiziken büyümeye yataklık etmişken, son yüzyılda küçülmenin, içe kapanmanın, ülküsünü kaybetmenin ekseni haline getirildi. Bu nedenle, Kürt sorunu, lümpen milliyetçilik yerine ortak millet inşası için adalet arayışına davet ediyor. Malazgirt’te inşa edilen ortak kaderi anlama şansı tanıyor. Türkiye’nin bütünlüğü için her parçayı bir arada tutacak iklimi sağlamanın anahtarını eline teslim ediyor. MHP’ye Mehmet Akif’i hatırlatıyor Kürt sorunu. İstiklal Marşı’nın ülkedeki herkesin ortak destanı olmasına rağmen içinde hiçbir etnik grubun zikredilmemesinin hikmetini aramaya davet ediyor. Yıllar önce birçok Güneydoğu ve Doğu illerinden milletvekili çıkartırken, son iki seçimde yüzdelik dilimlere bile zor girmesini sorgulama imkânı sunuyor...”
Bugün de benzer bir meydan okuma var. Dersim-Tunceli hattına sıkışıp arafta kalan (CHP), Tunceli’ye tutunan (MHP), 20. yüzyıl Dersim’inde yaşayan (HDP) ve Dersim’le helalleşen (AK Parti) siyaset tercihlerinin de elbette neticeleri olacak. Dersim tıpkı Kürt meselesi gibi siyasetin önüne ciddi bir yeni zemin açma potansiyeli sunuyor. 2009’dan bu yana iktidarın marifetiyle hem devlet hem de onu destekleyen sosyoloji yaşanan değişimle birlikte ciddi bir öğrenme sürecini de tecrübe ediyor. Asırlık sorunlar ve tabular, iktidarın sağladığı meşruiyet ve güvence ile toplumun kahir ekseriyeti tarafından 20. yüzyıl ezberlerinden kurtulmak için suhuletle kullanılıyor. Bu başarılı öğrenme sürecine diğer siyasi aktörlerin de dâhil olması elzem. Aksi her senaryo, sadece iktidar ile muhalefet arasında değil; toplumun çoğunluğu ile muhalefet arasında ciddi bir siyasal eşzamanlama krizinin büyümesine yol açacaktır.