Yurtdışı festivallerinde büyük ses getiren Tepenin Ardı izleyiciyle buluşuyor. Filmin yönetmeni Emin Alper ve kadın karakteri Banu Fotocan ile Türkiye'de öteki olmak üzerine keyifli bir söyleşi...
Mesleğimiz sinema eleştirmenliği olsa da gazetecilik geçmişimiz bizim röportaj yapma alışkanlığımızın sebebi. Bu anlamda diğer meslektaşlarımdan daha şanslı hissediyorum kendimi. Çünkü filmlerin üreticileri ile yüzyüze konuşmak şansım var. Bazı filmler bu sohbetleri daha da ilginç kılabiliyor ki Tepenin Ardı da işte o tür filmlerden.
Yönetmen Emin Alper’in zaten farklı bir yapısı olduğu belliydi ama içindeki derinliği mütevazılığıyla saklaması onu daha anlamlı kılıyor. Veya onunla yapılan sohbeti. Tepenin Ardı filmindeki tek kadın karakter Banu Fotocan’la da konuşmak ilginç ve önemli bir tecrübeydi benim için. Filmden yola çıkıp Türk toplumunun ve en önemlisi insanının sosyal ve kültürel dünyasına bakan bir sohbet oldu.
sİlk film her zaman kişisel olur. Bildiğim kadarıyla sizin için de böyle başlamış..
Emin Alper: Evet başlangıcı kişisel. Üniversite yıllarında yazmıştım. Oldukça otobiyografik ögelerden beslenen bir aile hikayesi, aile dramı. Benim senaryolarım ve Burçin’le (Ekici) yapmak istediğimiz çok pahalı bir proje vardı. Bizim Yamaç (Okur) “Neden daha küçük bir şey yapmıyorsun” deyince Yörükler gibi yeni karakterler ekleyip daha metaforik kısımları öne çıkararak ikinci versiyonunu yaptım. Aslında konsept olarak erkeklik olgusu yine merkezdeydi ama daha çok aile üyelerinin birbirini yeme hikayesi gibi bir hikayeydi. Düşman mevzusu hiç yoktu. O sonradan eklendi.
-Erkeklik söz konusu olunca, size sorayım. Elinize senaryoyu aldınız ve tek kadın karakteri sizsiniz. Bu filmi kabul etmenizin sebebi nedir?
Banu Fotocan: Senaryoyu Bulut Yapım’dan Enis (Köstepen) yolladı. Senaryoyu okudum, okur okumaz iki saat içinde “Ben oynamak istiyorum” diye geri döndüm. Hatta Enis şaşırmış “Okumadı herhalde” demiş.
-Erkek ve öteki daha doğrusu erkek hikayesinin içinde ötekileştirme bu kadar birbirine bağlı mı?
E.A: Kadınlar da pekala ötekileştirebilir. Burada daha şiddete meyyal bir ötekileştirme var. Ötekileştirmenin şiddet uygulama eğilimi daha çok erkeksi bir eğilim galiba. Ötekileştirme mekanizmasının temel dayanaklarından biri sorunlarla yüzleşememe, korkma. Bu tip şeyler de daha çok erkeklikle ilgili.
-Bu soruyu biraz da bu cevabı almak için sordum. Çünkü
filminizdeki kadın karakter aslında olaylardan çok bağımsız.
E.A: Dediğiniz doğru. Kadın o anlamda bir aktör olamıyor filmde. Ama şöyle bir sorun da var, hangisi aktör olabiliyor diye de sorabilirim.
-Senaryoyu okurken sizin içinizde böyle bir tartışma doğdu mu?
B.F: Şehirli bir kadın olarak belki İstanbul’da böyle çatışmada bir insan öldüğünde, bir köpek öldüğünde ya da bir kadına tecavüz edildiğinde böyle olmayabilir, böyle tepki göstermeyebilirim. Ama senaryonun bütününe baktığımda susması gereken bir hal olduğunu da düşünüyorum.
FİLM SEKTÖRÜ DAHA ERKEKLEŞTİ
-Dünya genelinde yönetmen ve önemli oyuncular dizi projelerine dönüyor. Türkiye’de bu süreç içinde ancak dizi kalitesizliği ve genç oyuncuların şans bulması dikkat çekiyor.
B.F: Benim gençliğimde çok fazla dizi yoktu, tiyatro yapıyorduk. Sonradan bu değişti ve oyuncular da diziye almaya başladı.“Ben de dizide oynayabilirim, nerede oynayabilirim, hangi kanalla, hangi yapım şirketiyle...” diye düşündüm.
-Her kadın oyuncuya söyleşilerimde özellikle şunu sorarım: 80 ve 90’lı yılların ilk yarısında sinemada feminist duruş öne çıkarken sonrasında bu konuda geri adım atıldığını görüyoruz. Kadın oyuncu olarak bunu neye bağlıyorsunuz?
B.F: Uçurtmayı Vurmasınlar zamanından bahsediyorsunuz değil mi? İlle feminist filmler yapılsın demiyorum ama ne olur şu kadın kokusu, düşüncesi, hayata bakışında yine bir yükselme olsa nasıl sevineceğim anlatamam. Sistem daha erkek oldu. Dolayısıyla film sektörü de daha erkek oldu sanki.
-Aslında ezilen daha çok bağırır. Sinemasal olarak tepkinin artması gerekmez mi?
B.F: 80’lere bakıldığında neredeyse yok. Aslında tiyatro tarihinde de çok az kadın karakteri vardır.
E.A: Ben Banu kadar karamsar değilim çünkü Yeşilçam çok daha erkekti eskiden. Genç kuşak gelene kadar Bilge Olgaç dışında bir kadın yönetmenimiz yok. Biket İlhan var. Genç kuşakta çıkıyor, çıkacak da.
-Tepenin Ardında’nın şablonunda Türkiye’deki ötekileştirmede asıl hedef Kürtler, Kürt problemi. Bu şekildeki bir isimlendirme filmin evrenselliğine zarar veriyor mu?
E.A: Bence vermiyor çünkü bu her yerde anlaşılıyor. Yeni Almanya’dan geliyorum, soru-cevaplarda çok soruluyor. “Bu Türk erkeği, Türk kültürü” diyor. Seyircilerden de tepki gelebiliyor “Ne alakası var bu her yerde oluyor” diye. Bazen seyirciler benden önce söylüyor mesela Berlin’de bir kadın kalktı “Siz Almanlar’ı anlatmışsınız. Biz Almanlar böyle yalancıyız, biz şöyle kötü insanlarız” diye. İlham kaynağım hayal gücüme damgasını vurmuş memleketteki çatışmalar, adıyla da Kürt meselesi. Ama “Onlar Kürtleri sembolize ediyor” demem. Yine de onların yanında binlerce ötekiyi de sembolize ediyor.
-Seyirciye mesajınız nedir?
E.A: Film çok heyecanlı, aksiyona dayalı, hiç sıkıcı değil! Seyircilere mesajım bu.
B.F: Seyfi Teoman ve Emin’le tanıştım bu filmle. Çok özel benim için.