Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın 6 Ekim 2013 günü, dershanelerin ruhsatlarının Ocak ayından itibaren yenilenmeyeceğini açıklaması, dershanelerin kapanması tartışmasını yeniden başlattı.
Dershanelerin kapatılması konusu, başta bu kurumlarda çalışmakta olan insanlar olmak üzere çok çeşitli kesimler tarafından yakından ve kaygıyla izleniyor.
Medyaya yansıdığı kadarıyla tartışmanın içinde yok yok; zincir dershane baronları, endişeliler, liberaller, cemaat, yer altına inme ya da dava açmakla tehditler, dershane çalışanları, veliler, öğrenciler vs.
Konunun doğal muhatapları ve halisane faydalanıcıları ile çıkar grupları birbirine karışmış durumda. Tartışmalar, muhtemelen önümüzdeki dönemlerde de sürecek.
Konunun özü, eğitim. Konuyu, “teşebbüs hürriyeti” üzerinden tartışmak, Türkiye’deki dershane sorununu anlamamıza yardımcı olmuyor. Eğitimsel parametreler açısından konuya bir giriş yapalım.
Gölge Eğitim Sistemi
Bilimsel literatürde dershaneler “gölge eğitim sistemi” olarak bilinirler. Bunun sebebi, dershanelerin, eğitim sistemine paralel bir şekilde var olması ve dersler vermesi. Tanımın arkasında yatan mantık şu: İdeal bir eğitim sisteminde, gölge eğitim sistemi olmamalıdır.
İdeal bir okul, öğrencilerin eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak mekanizmaları okul içerisinde kurar; dolayısıyla öğrencilerin özel hoca ya da dershanelere ihtiyacı olmaz ya da çok az olur.
Gölge eğitim sisteminin güçlü olduğu Güney Kore, Japonya ve Türkiye gibi ülkelerin ortak özelliği, merkezi sınavların bir üst kademe eğitime geçişte tamamen ya da oldukça belirleyici olması; ayrıca, liseler arasındaki kalite farkı bulunması. ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerde de merkezi sınavlar var. Fakat arz ve talep arasında daha dengeli bir ilişki olduğundan ve üst kademeye geçişler sadece sınavlarla belirlenmediği için, özel ders ya da dershanelere olan bağımlılık çok daha az.
Politika geliştirmenin zorluğu
Hemen bütün ülkelerde, sosyo-ekonomik statü ile eğitimsel başarı arasında az ya da çok ama anlamlı bir ilişki var. Bir başka ifadeyle, zaten zengin olanlar çocuklarını daha iyi okullara göndermekte ve özel ders aldırmakta. Bunun sonucunda eğitim için daha çok para harcayanların çocukları daha başarılı olmakta. Özel okul, özel ders ve dershanelerin eşitsizlik doğurup doğurmadığına ilişkin tartışmalar, bütün dünyada yapılmakta.
Avrupa Komisyonu tarafından 2011 yılında yayımlanan “Gölge Eğitim Zorluğu: Özel Ders ve AB’deki Politika Yapıcılar İçin Bunun Sonuçları” başlıklı rapora göre, ailelerin özel ders alma eğilimi Avrupa ülkelerinde de giderek yaygınlaşmakta.
Özel ders ve dershanelerin yaygınlaşması, Avrupalı politika yapıcılar için de kaygı verici. Çünkü daha çok parası olan çocuğu için daha çok yatırım yapmakta. Ancak Avrupalılar konuya ilişkin adım atmakta çekingen davranıyorlar. Zira özel ders verenler ile dershanede çalışanları ya da bu kurumların patronlarını ürkütmek istemiyorlar.
Vazgeçememe paradoksu
Konunun zorluğu, özellikle alt ve orta gelir grubu ailelerin çocuklarının eğitimine yönelik politika geliştirememekten kaynaklanıyor. İdeal bir dünyada yaşamıyoruz. Eğitim sisteminde fırsat eşitliğinin sağlanamadığı bir ülkede yaşıyoruz.
Yaşadığımız paradoksu şöyle ifade edelim:
1. Fırsat eşitliğinin olmadığı bir eğitim sisteminde özel ders ya da dershaneden üst gelir gruplarının çocukları daha çok faydalanmakta.
2. Alt ve orta gelir grubu aileler, zaten dezavantajlı olan çocuklarının eksik eğitimini telafi etmek üzere, çocuklarını dershanelere yollamakta.
3. Yarış sonucu herkes, çocuklarını dershaneye göndermek zorunda kalmakta.
4. Herkesin dershaneye yönelmesi, zaten düşük gelirli olan alt ve orta gelir grubu ailelerin bütçesini daha çok olumsuz etkilemekte.
5. En az gelirli ailelerin çocuklarını dershaneye gönderme dışında seçenekleri yok çünkü çocuklarının dezavantajlarını iyi bir okul kazanma dışında kırabilecek başka bir yol bulunmamakta.
Bunlar, çaresiz olduğumuzu düşündürmesin. Konuya devam edeceğim.