İşin siyasal tarafını bir tarafa bıraktığımızda dershaneler tartışması, Türkiye’deki cari eğitim sistemine bir ayna vazifesi görmesi açısından oldukça öğretici olmaya devam ediyor. Tartışmanın üslubu ve içeriği birçok açıdan sorunlu olsa da, Türkiye’de eğitimin bu derece yoğun tartışılması, birçok açıdan olumlu sonuçlar üretme potansiyeli taşımakta.
Sözgelimi dershaneler dolayısıyla mevcut eğitim sisteminin ne derece fırsat eşitliği sunduğu ya da sunmadığı tartışılırken, hükümetin bu alandaki performansı eleştirilerin hedefi oldu. Siyasi angajmanlara ve duygu sömürüsüne son derece açık bu alan, hükümeti savunmacı bir pozisyona itmediği sürece sorun yok. Aksine, hükümet yapılan eleştiri ve değerlendirmelerden yeni politikalar üretebildiği ölçüde, eğitim sisteminin kronik sorunlarını çözme becerisi kazanmaya açık.
Savunmacı olmamak
Aslında, son iki haftada hükümetin eğitim performansının alabildiğine dinamik olduğunu gördük. Örneğin, Başbakan Erdoğan, hükümetin önümüzdeki yıl toplam 50 bin atama yapacağının müjdesini verdi. Bu adım, hem dershane tartışması hem de Milli Eğitim Bakanlığının bu yıl uygulamaya koyduğu yeni ortaöğretim geçiş sistemi dolayısıyla da gittikçe daha çok dikkat çeken öğretmen açığını kapatmaya yönelik bir adım. Böyle bir adım, hem hükümete bu alanda yapılan eleştirileri boşa çıkarmakta hem de eğitim sisteminin iyileşmesine katkı sağlamakta. Nihayetinde, mali açıdan bakıldığında, 50 bin yeni öğretmen atamasının yapılması, hükümetin kendi kaynaklarını ancak ciddi anlamda zorlayarak atabileceği bir adım.
Dershaneler tartışması dolayısıyla gündeme gelen bir diğer konu, eğitim sisteminde sınavların neden bu derece belirleyici olduğudur. Bu tartışma da son derece anlamlıdır ve makul bir şekilde yürütülmesi durumunda, sistemin iyileştirilmesiyle sonuçlanması muhtemeldir. Zira bir sonuç olarak bakıldığında dershaneleri doğuran sebep, sıralama sınavlarının eğitim sisteminde bu derece belirleyici olmasıdır.
‘Okulu boş verin!’
Dershaneleri dönüştürmeyi amaçlayan hükümet, doğal olarak hem ortaöğretime geçiş sistemini hem de yükseköğretime geçiş sistemini bir kere daha incelemek ve yeniden yapılandırmak zorundadır. Çünkü liseye girişte, bütün ortaokul boyunca alınan notların ağırlığı yaklaşık %30 iken, merkezi sınavların ağırlığı %70’dir. Yani, mevcut sistemde merkezi sınavların liseye geçişte etkisi çok fazladır.
Aynı tuhaf durum, üniversite girişte ve daha acımasız bir şekilde yürürlüktedir. Üniversite girişte bütün lise boyunca alınan okul notları %10 civarında etkiliyken, merkezi sınavlar %90 civarında etkilidir. Bir başka deyişle, sistemin aile ve öğrencilere gönderdiği mesaj şudur: Okulu boş verin, geleceğinizi belirlemekte esas önemli olan şey, birkaç saatlik merkezi sınavlardır; dolayısıyla bu sınavlara önem verin!
Böyle bir sistemde aileler ve çocuklar haklı olarak sınavlara odaklanmakta ve bu çerçevede dershane ve özel ders gibi okul dışı kaynaklara yönelmektedirler. Yani, aslında mevcut eğitim sistemi, kendi eliyle, okulu merkezi kılmaya yönelik bir amaç gütmemektedir. İşte dershane dönüşümü dolayısıyla bu alanlarda da tartışma ve kimi yeni düzenlemeler bizleri beklemektedir.
Eğitimin rehabilitasyonu
Örnekler çoğaltılabilir. Özetle, dershaneler tartışması, kitleselleştikçe ve toplumsallaştıkça, eğitim sisteminin sorunları daha net bir şekilde gün yüzüne çıkmaktadır. Bu toplumsallaşma iyi yönetilirse, eğitim sisteminin bütün kronik sorunlarının üzerine tek tek gitmenin sağlam bir zemini olacaktır. Mühim olan, zaten mevcut eğitim sisteminden memnun olmayan kamuoyunun atılması muhtemel adımlar konusunda görüşünün alınması ve katılımcı bir şekilde isabetli ve doğru adımlar atılmasıdır. Aksi halde, eğitim sistemindeki düzenlemelere ilişkin kamuoyu desteğinin azalması ve ilgisizlik muhtemeldir.
Her yönüyle daha iyi bir eğitim sistemi kurmak mümkündür ve bizim elimizdedir. Bugüne kadar yeterince fırsat kaçırdık. Bu defa kaçırmamalıyız.