AK Parti epey bir süredir dershaneleri kapatmaya yönelik isteğini belirtiyor, bu yeni bir durum değil.
Dershanelerin kapatılmak istenmesinin tarihi de hiç yeni değil, yanılmıyor isem, 12 Eylül 1980 darbesi öncesi de, sonrası da bu tartışmalar yaşandı ama bu kurumlar kapatılamadı, etkinliklerini büyüyerek korudular.
Türkiye eğitim sektörünün her aşamasında, her noktasında çok belirgin bir arz-talep dengesizliği söz konusu; böyle bir arz-talep dengesizliğinin olduğu her sektörde benzer kurumların ortaya çıkması kadar normal bir şey olamaz, bu konuyu fakültede daha iktisada giriş dersinde ilk yarıyıl anlatıyoruz, bu ortamda bir iktisatçının hem etkinlik hem de adalet açısından bu kurumlara karşı çıkması çok zor.
Ama kanımca dershanelere ilişkin tartışmada sorun başka bir yerde.
Bir kesim bir dizi nedenden, mesela adalet, hükümetin dershaneleri kapatmasına karşı çıkarken, başka bir kesim de, başka bir dizi nedenden, mesela adalet (!), hükümetlerin dershaneleri kapatma taleplerine destek veriyor.
Ama bu iki talebin, çok karşıt gibi dursalar da, çok bariz bir ortak noktası var, pozisyonlar farklı ama meseleye aynı paradigma içinden bakıyorlar.
Bu ortak paradigma da hükümetlerin dershaneleri kapatma ya da kapatmama konusunda yetki sahibi olmasına itiraz etmeme; başka bir ifadeyle de dershaneleri bile tevhid-i tedrisat mantığı içine hapsetmek.
Oysa dershane adı verilen kurum bir diploma vermiyor, mezun vermiyor, bir yetki ve sorumluluk da vermiyor; bu bağlamda bir eğitim kurumu gibi algılanması bile çok anlamlı değil.
Dershaneler, dershaneci dostlarımızın beni hoş göreceklerine eminim, bir ticaret kurumu, test bilgisi ve yeteneği, liselerde açık kalan bilgileri satıyorlar, karşısında para kazanıyorlar, mesele bu kadar basit; ticaret, ticarethane gibi çok önemli kurumlar, kavramlar nedense bizde düşük nitelikte görüldüğü için bu saptamayı yapmak zorundayım.
Burada, kanımca alınması gereken doğru tavır, bu kurumları hükümetlerin kapatma yetkisine karşı çıkmak; bu dershanelerde kamu düzenine aykırı şeyler yapılıyor ise o başka şey, bir eczane de bilerek bozuk ilaç satarsa Sağlık Bakanlığı’nın o eczaneyi kapatacağı gibi.
MEB’den geçen hafta içinde yapılan bir açıklamada bundan sonra Bakanlık ile dershanelerin ilişkisinin kopartılacağı, MEB’in ifadesiyle artık Bakanlığın bu kurumları tanımayacağı, yani dershanenin kapısında X Dershanesi Milli Eğitim Bakanlığı değil, sadece X Dershanesi yazacağı yönünde idi.
Bu çok ama çok doğru kararı da bizlere alkışlamak düşüyor, bu kararı alan Bakanı da, arkasındaki daha yüksek siyasi otoriteyi de tebrik etmek gerekiyor.
Temennim AK Parti’nin bu kararı başka alanlara da yaygınlaştırması, her kurumun, genel kamu düzeni kaygıları dışında, devlet tarafından denetlenmesinden, devlete bağlı kılınmasından vazgeçilmesi.
Bu kontrol tutkusu tek parti döneminin bir hastalığı idi, 2013 Türkiye’sine, isterseniz yeni Türkiye de diyebilirsiniz, doğrusu hiç yakışmıyor.
Mesela, Kuran kurslarının illaki de Diyanet İşleri Başkanlığı’na (DİB) bağlı olmasının mantığını, devletin din kurumunu tehlikeli görmesi dışında, biri gelsin ve bana, anlatabilirse anlatsın lütfen.
AK Parti de, bugün bu kursları din kurumunu tehlikeli gördüğü için mi DİB’in tekelinden çıkarmıyor, inanmam zor.
Güçlü, etkin bir devlet, kurumları sadece evrensel anlamda bir kamu düzeni çizgisinde, üstelik kendini de çok belli etmeden denetleyen, dershanelerin, Kuran kurslarının kapılarına MEB, DİB yazmayan devlettir.
Yazımı çok sevdiğim bir benzetme ile noktalayayım: Devlet mideye benzer, ülserli ise sabah akşam onu hissedersiniz, konuşursunuz, sağlam, güçlü ise de yerini bile bilmeyebilirsiniz.