Almanya’da NeoNazi Davası başladı. Davada 2000-2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişiyi öldürmekle suçlanan Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) üyeleri yargılanıyor. Tüm Türkiye ve Almanya’da yaşayan milyonlarca Almanya Türkü bu davada sadece katillerin değil, ırkçılığın da yargılanmasını istiyor.
Bazı Türk gazetelerine göre cinayetlerin arkasında Alman derin devleti de var. Dolayısıyla NSU Davası ırkçılığın yanısıra Almanya devletindeki Türk ve Müslüman düşmanlığını içeren derin devlete de odaklanmalı.
Döner cinayetleri mi?
Davanın Alman medyasındaki ismi ise ‘Döner Cinayetleri’. Almanya devleti de, medyası da meseleye ağırlıklı olarak marjinal bir örgütün cinayetleri olarak bakıyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel NSU cinayetlerini “Almanya’nın ayıbı” olarak nitelendiriyor ve Alman devletinin katillerin en ağır cezayı alması için elinden geleni yapacağını söylüyor. Fakat Merkel’in sözleri hiç kimseyi rahatlatmıyor. Çünkü Merkel ve kendi partisi de birçok açıdan ırkçılık ve dincilikle malul.
Irkçılık Almanya’nın kadim hastalıklarından bir tanesi. 19. yüzyılda Alman ulusçuluğu inşa edilirken Alman ırkı belirgin bir şekilde diğer birleştirici unsurların önüne geçti. Almanya örneği diğer Avrupa örnekleriyle kıyaslandığında bile ırka vurgusuyla dikkat çekiyordu. Nitekim Alman milliyetçiliğinin en büyük ideali yabancı unsurlardan arındırılmış, saf Alman ırkından oluşmuş bir Almanya inşa etmek oldu.
Bu hastalığın hangi noktalara ulaşabileceğini Nazi Almanyası tüm dünyaya kanıtladı. 2. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında Almanya bizlere insan ırkının ne kadar aşağılık suçlara imza atabileceğini gösterdi. Nazi suçları birileri tarafından Adolf Hitler’in çılgın kişiliğine bağlanmak istense de, aslında bunlar Almanya’nın bilerek ve isteyerek, ortaklaşa ve sistematik olarak işlediği suçlardı. Bu bağlamda Almanya, toplumsal bir hastalığı olarak ırkçılığın nedenlerini bulmak ve gidermek zorundadır.
Dincilik
İslam karşıtlığı ise sadece Almanya’nın değil, hemen hemen tüm Batı Avrupa’nın ortak sorunudur ve ırkçılıktan kalır yanı yoktur. Batı dünyası Afganistan ve El Kaide gibi simgeler üzerinden kendisini aklamaya ve Müslümanları aşırı, dinci ve saldırgan göstermeye çalışsa da dinciliğin en katı haliyle muhafaza edildiği yer bizzat Batı dünyasıdır. Ne yazık ki bu konudaki tarihsel kin, nefret ve öfke hâlâ toplumun ve siyasetin bilinç altında diri bir halde durmaktadır.
Eğer Almanya Neo-Nazi davasına sadece Türklere dönük bir seri cinayetler dizisi olarak bakar ise bahsettiğimiz ırkçılık ve dincilik Almanya’nın geçmişini olduğu gibi geleceğini de karartacaktır. Ne yazık ki gerek Alman Hükümetinin gerekse Alman medyasının bu konulardaki yaklaşımı bizlere gelecek için yeterince ümit vermemektedir.
Solingen’den bu yana Almanya’da hemen hemen her yıl Türklere ait ev ve işyerleri kundaklanıyor. Irkçı hakaret ve saldırılar rutin hale geldi. NSU cinayetleri bu işin artık seri cinayetler boyutuna taşındığını kanıtlıyor. Tüm bu dehşet verici tabloya rağmen Alman resmi makamlarının soruşturmalar boyunca saldırganlara dönük görmezden gelme refleksleri ve meselenin ciddiyetini anlamaktan uzak açıklamaları sorunun ‘derin devlet’ten de öte ‘derin toplum’ sorunu olduğunu gösteriyor.