Türkiye’nin en büyük sorunu ne Kürt sorunudur ne de başka bir mesele... Türkiye’yi yiyip bitiren, kemiren sorunun adı ‘derin devlet’tir.
‘Derin devleti’ Batı demokrasilerindeki ‘gizli devlet’le, yani istihbarat topluluklarıyla karıştırmamak gerekir. Bahsi geçen ülkelerde istihbarat birimleri, yasalar ve gelenekler ile seçimle gelen sivil hükümetlere bağlıdırlar ve Meclis ile yargının denetimine açıktırlar.
Bizde ise derin devlet dediğimiz oluşumlar, milleti kökten değiştirmek maksadıyla kurulmuşlardır. Başka bir deyişle, halk temelleri yoktur. İlk başlarda kendilerini tek parti idaresinin ve Kemalizm’in savunucusu gibi görseler de, denetlenemeyen ve meşru bir tabanı olmayan her hareket gibi daha fazla yozlaşmışlardır ve çete-mafya mantığına bürünmüşlerdir.
Kendisini devletin gerçek sahibi gören bu yapı, askeri darbelerle kurumsallaşmış ve düzenli olarak kendi hükümetlerine, seçilmiş siyasilere karşı çalışmıştır. Özellikle güvenlik konularına sivilleri bulaştırmayan derin devletçiler, bu alana milli iradenin yansımasına da mani olmuşlardır. Bu durumu fark eden hemen hemen tüm başbakanların suikast girişimine uğraması bundandır.
***
İlginçtir, milletin ve siyasilerin nüfuz edemediği alanlara diğer devletlerin uzantıları çok rahat bir şekilde girebilmişlerdir. Bunda ‘derin devlet’in meşru bir halk-siyaset tabanının bulunmaması en önemli etkendir. Derin devlet, taban ihtiyacını diğer devletlerle/dış güçlerle ittifak yaparak kurmaya çalışmıştır.
Bir diğer neden ise kanunlarla bağlı olmaması nedeniyle, söz konusu yapı üyelerinin bireysel çıkarlarının her zaman ön planda olmasıdır. Hal böyle olunca, içeride laikliği kurtarmak veya sözde sakıncalı bir lideri engellemek adına dış güçlerle ittifaklar kurulmuştur veya para vs. karşılığında devletin sırları/çıkarları dışarıya peşkeş çekilmiştir.
Tüm bunlara ek olarak, çok uzak devletlerden komşularımıza kadar pek çok devlet ülkemizde sızma operasyonları gerçekleştirmiş ve bunda büyük başarılar da elde edilmiştir.
***
Türkiye, derin devletle mücadele için Ergenekon ve benzeri davalarda altın kıymetinde bir fırsat yakalamıştır. Bu yapının adeta kuyruğundan yakalanmıştır. Nitekim dava başlayınca faili meçhul cinayetler de bıçakla kesilir gibi sona ermiştir.
Ne var ki geçen hafta altın kıymetindeki bu fırsat adeta heba edildi... Sorumlusunun kim olduğu ayrı bir tartışma konusu, ancak bu hatanın kaybedeni tüm Türkiye oldu... Kapılar açılınca sadece birileri değil, tabiri caizse kötü bir ruh da sokaklarımıza salınmış oldu.
Artık herkesin yüreği ağzında olmalıdır. Geçmişte olduğu gibi her gün bir provokasyon veya saldırı beklesek yeridir.
Sanmayın ki hapisten çıkanları tek tek suçluyorum. Hayır, belki içlerinde çok sayıda masum da var. Suçlu olanların pek çoğunun ise işi daha tutuklanırken bitmişti. Birileri hapse girerken derin yapı dışarıda kendisini yeniliyordu. Bu nedenle bir yazımda yeni yapı için ‘Ergenekon 2.0’ adını vermiştim.
Nitekim cenazeler gelmeye başladı bile. Bağımsızlığı tartışmalı örgütlerin cinayetleri ile Türkiye kutuplaştırılmaya çalışılıyor. En kötüsü derin yapı bu kez işi sıkı tutuyor ve ülkenin kalbini ve beynini hedef alıyor. Korkarım ‘sürülmüş tarlalar’ sandığımızdan daha büyük ve çok daha ummadığımız yerlere kadar uzanıyor.
Bu çerçevede söyleyebileceğim tek söz var: Aman dikkat. Sokak tehlike kokuyor. Kardeş katili olmak istemiyorsanız, sokaktan uzak durun...