Sezonun en hararetli günlerindeyiz. Sanat dünyasında somut tartışmalar yaşanıyor. Bunlardan biri de İstanbul Kültür Sanat Vakfı - İKSV’nin üç buçuk yıl önce taşındığı Deniz Palas’ın satışına dair! Mimar Doğan Tekeli’nin başarılı çalışmasıyla Nejat Eczacıbaşı Binası’na dönüştürülen Deniz Palas’ın satışı yaz ortasından beri gündemde.
Otel olacağı da konuşuluyordu. Hatta hemen talipleri çıktı... Fakat geçtiğimiz haftalarda Güngor Uras ve Zeynep Oral gibi İKSV’nin kuruluşundan beri destekçisi olan köşe yazarlarının da taraf olduğu bir tartışma başladı. Tanıdığım bazı eski İKSV çalışanları da Vakıf Yönetim Kurulu’nun satış kararını hatalı buluyor. Bu binaya sahip çıkılması gerektiğini savunuyor. Deniz Palas’ın kendisi tarihi bir yapı ama İKSV’nin tarihindeki yeri satış sonuçlanıncaya dek dört yılı ancak bulacak. O zaman neden böylesine duygusal tepkiler alıyor satışı? Sanırım Şakir Eczacıbaşı’nın büyük bir finansal risk alma pahasına İKSV’yi kiracı olmaktan kurtarma, kendi mülküne kavuşturma hayalinin bu kadar kısa sürede sona ermesine içerliyor birçok kişi...
Girişteki cafesi, çeşitli etkinlikler için kullanılan Salon’u, çatı katındaki restoranı ve şık ofisleriyle İKSV’nin şanına yakışır bir mekan Deniz Palas... O ne şüphe!
Öte yandan şunu sormadan geçmemek lazım: Ekonomik krizlerin ardının arkasının kesilmediği bir dünyada, kamunun kültür sanat yatırımının bütçede bir yüzde bile etmediği, sponsorluk kavramının bir türlü gelişmediği bir ülkede Deniz Palas’ta ikamet etmek lüks müdür, değil midir? Bana sorarsanız lükstür. İKSV’nin Deniz Palas’ta kalmaya devam etmek uğruna düzenlediği etkinliklerden, sipariş ettiği sanat eserlerinden fedakarlıkta bulunmasını ister miyim bir sanatsever olarak? İstemem. Bu satış İKSV’ye kaynak sağlayacak, bağımsız biçimde üretime devamını garantileyecekse neden şikayet edeyim? Şahane Züğürtler’i oynamaya ne gerek var!
İKSV çalışanlarının eskisi gibi Luvr Apartmanı ayarında hatta biraz daha alçakgönüllü bir binada da aynı şekilde üretken olabileceklerinden eminim. Hemen hepsi alanlarının önde gelen profesyonelleri nihayetinde. Önemli olan onların verimli çalışmasına engel teşkil etmeyecek altyapı ve konfora sahip bir mekan bulunması. Ki bizzat Bülent Eczacıbaşı ile yaptığım görüşmede Şişhane kadar merkezi olmasa da yine o civardan uzaklaşmadan bir mekan bulacaklarını belirtti. Ben Karaköy’de bir yer bakıldığını duymuştum, onun da gönlü kültür sanat merkezi olma özelliği bulunan Beyoğlu ve Karaköy’den uzaklaşmamaktan yana... Yeni binanın masraflarını da Vakfa yüklemeyip kendisinin karşılayacağının altını çizdi.
Bülent Eczacıbaşı, Deniz Palas’ın yapımından dolayı İKSV’nin çok ağır bir borç yükü altına girdiğini vurguladı. Taşınmadan bu yana o borç yükü bir nebze olsun azalmış değil. Ama aradan geçen sürede binanın çok büyük değer kazandığını, satıştan elde edilecek gelirle hem borcun kapatılacağını hem de vakfiye elde edileceğini söyledi.
Eczacıbaşı göreve geldiğinden beri sadece etkinlik düzenleyen bir kurum olarak kalmamakta, sanat eseri ürettirmekte ısrarlı. Bu yüzden de İKSV’nin kendi kaynaklarına sahip olmasını önemsiyor.
Böyle büyük ekonomik meselelere hiç aklım ermez. Ama İKSV’nin durumunu kendi ölçeğimde şöyle değerlendirebilirim: Kocaman güzel bir evde oturuyorum ama gırtlağıma kadar borcum var. Gelirim yok, bazı bağış ve yardımlarla yaşıyorum. Nereye kadar? Evi satarım, daha küçük bir eve yerleşirim, parayı geçimim için değerlendiririm. Basit bir hesap tabii, ama belki de fazla karmaşıklaştırmaya gerek yoktur...