Cumhurbaşkanlığı ile Hükümet, ya da Tayyip Erdoğan ile Ahmet Davutoğlu arasındaki ilişkilerde dengeyi bulmaktan söz ediyorum.
Halk oyu ile seçilen Cumhurbaşkanı olgusu bir, Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti hareketindeki liderlik konumu iki, Davutoğlu’nun parti başkanlığına ve Başbakanlığa bizzat Tayyip Erdoğan’ın “Liyakat onayı” ile gelmiş olması üç ve Tayyip Erdoğan’ın siyaset dili dört, olmak üzere pek çok gerçeklik, Cumhurbaşkanının daha etkin biçimde siyaset ve yönetim içinde olması sonucunu doğuruyor, bu da, ister istemez, parlamenter nitelikte kurulmuş olan ve bu niteliğiyle Başbakan ağırlıklı olması gereken sistem içinde yeni bir denge oluşumunu zaruri kılıyor.
5 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu’na başkanlık edecek mi, bu
Binali Yıldırım’ın kendi kafasından seslendirdiği bir takvim mi, yoksa Cumhurbaşkanı’nca açıklanması istenen bir randevu mu?
Bülent Arınç’ın “Bu iş hangi sıfatla konuştuğu bilinmeyen Binali Yıldırım’ın açıklayacağı bir iş değil” anlamına gelen tepkisi, aslında Binali Yıldırım’a yönelik bir tepki mi, yoksa Cumhurbaşkanlığı tarafından böyle bir aracı rol üretilmesine yönelik tepki mi, ya da, doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı’nın teamüller ötesinde etkin biçimde “İcranın içinde, üstünde olması”na yönelik tepki mi? Ve Bülent Arınç’ın sözleri, kendine özgü bir duruşu mu yansıtıyor yoksa Hükümetin değerlendirmesini mi?
Başbakan Davutoğlu, müteaddit defalar “10 yıllara varan tanışıklığımız var. En kritik süreçlerde her şeyi paylaştık. Bütün kritik süreçlerden omuz omuza çıktık. Şunu herkesin bilmesi lazım ki böyle gazete haberleriyle, yorumlarla Cumhurbaşkanımız’la benim arama birinin girmesi mümkün değildir. Biz kader arkadaşıyız. Herkes bunu bilsin. Bu konularda da bağışıklıyız. Aşılıyız tabiri caizse. Bizim aramızdaki dostluk siyasetle başlamış değil. Siyasetle kaim değil. Bulunduğumuz makamlarla irtibatlı değil. Bir de buna devlet geleneğinin getirdiği sorumluluklar eklendi. Yetkilerimizi kullanırken bu geleneğe sadık olarak kullanırız” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Başbakanımla aramı açmaya çalışıyorlar” diyerek, bu konuda duyarlı olduğunu ifade etti.
Perşembe akşamı, daha çok muhafazakar camianın sivil toplum kuruluşları ile birlikte oldu sayın cumhurbaşkanı. Ben de bulundum o toplantıda. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bu tür toplantılarla hem “Saray” özelliği ile tartışılan yeni çalışma ortamını toplumla paylaştığını hem de, bir şekilde gündemin içinde yer aldığını söylemek mümkün. Ayrıca, hafta içinde hemen her gün bir sosyal etkinlikte toplumla içiçe bulunuyor. Bunun bir Tayyip Erdoğan farkı olduğunu görmemek mümkün değil. Öte yandan Cumhurbaşkanı sıfatıyla, güncel siyasi tartışmalar içinde rol alarak da farklılık sergiliyor. Hele “Paralel yapı ile mücadele” alanı, Başbakan Davutoğlu da katılsa bile, nerede ise Tayyip Bey merkezli olarak ilerliyor.
Başka, başka, başka... Acaba daha nasıl yer alacak Cumhurbaşkanı Erdoğan “İcranın içinde?”
Cumhurbaşkanı’nın Bakanlar Kuruluna başkanlık etmesi ne anlama gelecek?
“Fiili yarı başkanlık” denegelen hadise, Bakanlar Kurulu’na Başbakan’ın başkanlığını hangi niteliğe büründürecek, Cumhurbaşkanının başkanlığını hangi niteliğe?
A Haber’deki mülakatta Başbakan Davutoğlu, “Ben kafamda netleştirdim ilişkinin çerçevesini” mealinde konuştu. Başbakan’ın kafasında ilişkinin netleşmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Davutoğlu gibi, kafasında her şeyi sistematize etmeye ve yürüyüşünü ona göre belirlemeye alışmış, kendine saygıyı hayati önemde gören bir insanın, hele siyaseti bir profesyonel meslek gibi değil, bir misyonun ifası gibi gören bir insanın, idare-i maslahatçı bir tavrı benimsemesi mümkün olmaz. Karşılıklı saygı ancak bu çerçeveye oturabilir. Belli ki, mesela Başbakanlık teklifi söz konusu olduğunda konuşulmuştur bu konu. Netleşme o netleşmedir.
Burada her türden muhalefetin Şeytan’ın iki ayaklı oyununu devreye sokması muhtemeldir:
Bir: Davutoğlu’nu Tayyip Erdoğan’ın güdümünde gösterip, onun nefsini kışkırtmak.
İki: Davutoğlu’nun Başbakanlık performansının Tayyip Bey’i gölgelediği temasını işleyip Tayyip Bey’in nefsini kışkırtmak.
Tayyip Bey, Perşembe günkü buluşmada “Bizi bir an bile nefsimizle baş başa bırakma” şeklindeki duayı seslendirdi. İşin sırrı burada ve her iki liderin bu duyarlılıkta olması çok önemli.