Maçın akışına penaltılar ağırlığını koydu... İkisi de doğru penaltı kararı ama; düşen Burak olunca, gerçek penaltının olup-olmadığından her zaman huylanırım. Çünkü Burak, fırsatını bulduğunda kendini yere atmayı seviyor ve bu işi iyi yapıyor... Bu nedenle; onun için çalınan penaltı düdüklerini, hep kuşku ile karşılamayı huy edndim.
Başakşehir lehine verilen penaltıda; kol doğal durumundan çok açık (Hatta havada) olduğundan, karar doğru... Futbolcu bilinçli olarak topa dokunmasa da; o düdüğün çalınması gerekiyordu. Kural böyle diyor.
***
Maçı sevdim... Arada fauller (Hatta sakatlanıp daha ilk yarı dışarı çıkanlar olsa da) oyun mertçe oynandı. Mücadelenin akış debisi de yüksekti.
Ancak dikkatimi bir şey çekti... Çok sık bir araya gelmediler ama; pozisyonun oluşumu onları arada buluşturunca, Yusuf’un takım arkadaşı Abdülkadir’e pas vermekten kaçındığını hissettim. Şu aralar genç Abdülkadir’den sıkça ve övgüyle bahsedilmiş olması, acaba yersiz bir kıskançlık mı oluşturdu? Aman ha Yusuf; pabucunun dama atılmak üzere olduğu kanısına kapılma... Böyle bir şey yok. Çocukluk yapma... O sana pas veriyor, sen boşuna kaçınıyorsun.
***
Trabzon ikinci yarıya neredeyse galip başladı... Başakşehir savunmasının arka arkaya yaptığı hatalar, Burak’a fiyakalı bir gol atma fırsatı verdi. İkram edilen hatalara rağmen; gene de o bir şans golü değildi. Usta işi kıvraklık ve üstün vuruş tekniği, bu başarının temel özelliğiydi. Başkası olsa, belki atamazdı.
Başakşehir aslında kötü oynamadı ama, sanki hırsları biraz kireç tutmuş gibiydi.. Maça asılmalarında heyecan düşüşü var. Puan kaybına uğradıkları Avrupa Ligi mücadelesinde de aynısı oldu... Mevlüt’ün beraberlik golü, bu gerçeği gizlemesin.