Bu kadar gürültü ve yüksek tansiyonla Türkiye daha ne kadar yoluna devam edebilir diye merak edenlerin bakması gereken, kesinlikle iç gelişmeler değil. Tam aksine bölgesel ölçekteki gelişmeler ve bunların küresel karşılıkları, bizdeki çatışmanın sonucunu belirleyecek hızda şekilleniyor.
Suriye sorunu, başından itibaren Türkiye’nin iç dengelerini doğrudan etkiledi. Beşar Esad yönetiminin dönüşmesiyle ilgili çabalar sonuçsuz kaldıktan sonra, Ankara net biçimde Şam’daki rejimin gitmesi için çaba gösterdi. Bunun sanıldığından çok daha uzun sürmesi, özellikle de Ankara’nın destek verdiği aktörlerin uluslararası ölçekte karşılık bulmaması, sorunu kelimenin tam anlamıyla kilitledi.
Daha sonraki aşama, Rusya’nın sorununa müdahil olması, uluslararası sistemle gerçekleştirdiği paslaşmaların sonucunda Suriye konusunda ana aktör haline gelmesi olarak özetlenebilir. Burada belki de Türkiye’nin yegane avantajı, geleneksel dış politika eğilimlerinin devamı olarak Rusya ile var olan ilişkilerini sistemde tutabilmesi oldu.
Nitekim bugün de Türkiye-Rusya ilişkileri, Suriye konusundaki görüş ayrılığına rağmen hayli üst düzeyde yol alıyor. Bu parantezde ifade edilmesine gerek kalmaksızın devam eden diğer bir denge ise Türkiye-İran ilişkileri.
Tüm bunlara bir de Rusya ile farklı zeminlerde gelişen ‘Şanghay’ mesajları eklenirse, şu soruyu bir kenara yazmak gerekiyor. Acaba Türkiye bölgesel sorunların, özellikle de Suriye krizinin zorlamasıyla farklı bir eksende hareket etmek mi istiyor?
Bu sorunun cevabı peşinen hayır. Dünyada artık blokların ve kalıcı ittifakların anlam taşımadığı tezini savunduğum için bunu rahatlıkla söyleyebiliyorum. Bu tezin aksini savunanlar, bugün dünyayla pazarlık masasına inanılmaz bir rahatlıkla oturan İran için ne söyleyecekler, doğrusu merak ediyorum.
Türkiye, kesinlikle yeni bir dünyanın eşiğinde. Bunu Çin’den füze almak, Rusya’yla ‘Şanghay muhabbeti’ gibi başlıklar altında ele alıp; artık Ankara’nın başka bir hatta, başka bir ittifak parantezinde yer aldığını söyleyenler, dünyanın nereye gittiğini okuyamayanlar.
Ankara, bu yeni düzende var olmak, ama eskisinden çok daha farklı var olmak için iddia sahibi olduğu için bunca çatışmanın merkezi haline geliyor. Yakın geçmişte yazdıklarımdan kısa bir alıntı yapmak istiyorum:
‘Sorun, kurulan yeni dünyada ben de varım diyenlerden ve özellikle de bu dengelere itiraz edenlerden çıkıyor. Türkiye’nin son on yıllık profili ve sahneye çıkışı bunun yansıması. Sorun çıkarıyor Türkiye. Çünkü uluslararası düzenin eski kodlarına olduğu kadar, bunları yeniden yorumlarmış gibi görünüp yola devam etmek isteyenlere de itiraz ediyor.
İtiraz etsek kaç yazar diyenlerle yolum hiç kesişmedi bugüne kadar. Bunları tümüyle müzakereden yoksun kör bir kavgayla sürdürmek isteyenlerle de. Yeni bir dünya kurulurken, elbette müzakere, çatışma, kavga ve sorun çıkacak.’ (Star, 26 Eylül 2013)
Dünün ittifakları, adeta kutsal metinler etrafında şekilleniyordu. O nedenle bloklarla ifade edildi, keskin sınırlarla herkes bulunduğu yeri tanımladı.
Bugün bu sınırlar gevşedi, ittifaklar farklı bir hızla şekillenip çözülüyor. Türkiye, burada kendisine güçlü bir yer edinecek, bunun için de iç dengelerini, ordudan yargıya, cemaatlerden diğer alanlara kadar yeniden kurmak zorunda.
Tablonun bir diğer okuması bu.