İnsanın iktisadi arayışının adaleti ve tabii ki dengeyi bulmak olduğunu söyleyebililiriz. Adalet zaten kelime anlamıyla denge demektir. Ahmet Tabakoğlu, İslam İktisadına Giriş (2008) kitabında İslam iktisadının üç temel denge üzerine oturduğu söyler; 1) Evrenin Dengesi, 2) İnsanın Dengesi 3) Toplumun Dengesi. Toplum dengesinin de ilk şartı adalet ve refahtır. Aslında bu üç temel dengeye bütün iktisadi okullar ve uğraşlar ulaşmaya çalışmışlardır.
Ama bu dengeyi-adaleti- sağlayacak uygulanabilir, somut-belki de samimi demek daha doğru- anlatılar pek ortaya çıkmamıştır. Klasik iktisat, Keynes ve ondan sonra gelen neoklasikler bol matematik kullanarak ‘denge’ modelleri geliştirmişler ama bunlar gerçek hayatta pek işe yaramamış, daha doğrusu uygulama şansı bile bulmamıştır.
Temerküzü önle, İnfakı teşvik et!..
Oysa İslam iktisadı çok basit bir formülden yola çıkar; temerküzü önle, infakı teşvik et. Yani servetin tekellerde birikmesini, sermayenin tekelleşmesini önle, birikimi infak yoluyla yaygınlaştır. Böylece küçük üretimi ve mülkiyeti teşvik et, piyasayı ekonomik rasyonalite çerçevesinde dengeye getir. Mesela zekât müessesesi infakın başlangıcıdır. Bugün zekât müessesi, İslam’da ilk ortaya atıldığı haliyle uygunabilse, insanlık şimdiye kadar gördüğü tüm iktisadi krizlerden uzak kalacaktı. Çünkü zekât müessesesi riba yasağı ile birlikte, tam anlamıyla uygulandığında, karşımıza kapitalizm dışında, bir başka iktisadi sistem ortaya çıkıyor ki, bunun nitelemesi Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu gibi; malikiyet ve serbestiyet sistemidir.
Ama buradaki piyasa sistemin şimdi yürüttüğü gibi bir piyasa değildir. Şimdiki piyasa sistemi, emeğin, toprağın ve paranın meta olduğu, alınıp satıldığı ve tekelleşmeye, ribaya yol açan gerçek anlamda rekabetin değil, tekelin geçerli olduğu bir sistemdir.
Emek insan faaliyetine verilen nitelemedir, ücretin emeğin karşılığı olduğu bir sistem insana dönük dengeyi (adeleti) sağlayamaz. Bediüzzaman, bunun için kapitalizme ‘ecir’ -ücret- dönemi der ve biteceğini söyler. Malikiyet bu anlamda küçük özel mülktiyettir ve emeğin alınıp satılmadığı insanca bir denge amaçlar. Toprağın ve daha geniş anlamda doğanın alınıp satılması ise, insana mahsus olamaz. Toprağın meta olması, İslam iktisadındaki ilk denge haline tecavüzdür. Yani doğanın, Allah tarafından bahşedilen dengesine (adeletine) hiç bir kul müdahale edemez... Para ise, İslam’a göre kesinlikle meta olamaz, çünkü para sahici üretimin karşılığı ve değiş tokuş aracıdır. Paranın alınıp satılması ve bunun faiz ile fiyatlandırılması dolandırıcıktır, ribadır. Riba yasağı, hem karşılıksız iktisadi değerlerin mübadelesini kapsar hem de, emeğin meta olmasını sağlayacak insanın insan tarafından sömürülmesini kapsar hem de, paradan para kazanmayı-faizi- kapsar.
Şimdi gözünüzün önüne getirin, toprağın-doğanın- meta olmadığı, yani alınıp satılmadığı, insan emeğinin sonsuz zenginleşmesinin önünün açıldığı ve her insanın emeğini değerlendireceği altyapının önüne konduğu kurumların olduğu, paranın, üçkâğıt ekonomisini değil de, gerçek üretimin simgesi olarak ve hakkaniyetli bir dağıtımın basit bir aracı olduğu bir sistemde bugünkü krizler olur muydu, doğa böyle tahrip edilip, küresel ısınnma gibi sorunlarımız olur muydu?
Bayram ve umut...
İnsanlık, kamusal temel mal ve hizmetleri dünyanın her üyesine (eğitim, sağlık, barınma, günlük temel ihtiyaçlar) sınırsız süre bedava verecek kadar değeri bugün biriktirmiş ve bunu ne yapacağını bilemez durumdadır. Bu kapitalizm akıl dışılığının sonucudur da.
İşte burada bu sonsuz kaynağı insanlık adına kullanacak, önce Afrikalı açlardan başlayarak, Temel Kamusal Mallar Ekonomisi yaratacak yeni sivil-evrensel kurumlara ihtiyaç var. Bu evrensel kurumlar yeni bir siyasi ve ekonomik yapılanmanın başlangıcı olacaktır. Bunu bayramda umut etmek gerekir.
EPDK HAKLI AMA TEKELLER DİRENİYOR
Ve... Bu bağlamda çok güncel bir örnek ve haberle bitirelim... Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, (EPDK) Türkiye’deki fiyatlar ile “referans” olarak alınan “Akdeniz çanağı” ülkelerinin fiyatları karşılaştırdı. Türkiye’deki benzin, motorin ve LPG fiyatlarının ortalamanın üzerinde olduğunu tespit eden Kurum, şirketlere uyarı yazısı göndererek, indirim yapılmasını istedi. EPDK’nın bu uyarısına tabii ki akaryakıt dağıtım tekelleri ilk aşamada olumsuz yanıt verdiler ve toplantı istediler. Burada akaryakıt dağıtım tekellerinin argümanı kar oranlarımız çok düşük, vergi bizi çaresiz bırakıyor. Herhalde EPDK, bu tekellerin yaptığı hesabı yapıyordur. Demek ki ortada başka bir bulgu var o da yaklaşık olarak şu;
Hazer Strateji Enstitüsü’den Emin Danış, ham petrolün AB ortalaması fiyatını 0.50 euro olarak hesaplandığında mesala benzinde AB’de marjların 0, 32 ile 0,22 arasında değiştiğini, Türkiye’de bunun çok üstünde olduğunu aşağıdaki tablo ile ortaya koyuyor. Bu durumda Türkiye’nin sorunu yalnız vergi değil, rafineri çıkışı ve kar marjları da yüksek...
Gördüğünüz gibi tekellerin dünyası ile bizim dünyamız pek uymuyor. EPDK gibi kurumların piyasa düzenlemesi hatta küçük üretici ve tekel dışı işletmelerin hâkim olamayacağı alanlarda kamunun doğrudan olması ve hisseye dayalı bir mülkiyet sistemi ile buralarda olması hiç şüphesiz bize yeni bir dönemi anlatır...
Ramazan Bayramı barış ve adalet getirsin...