Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı paket bir ‘demokrasi paketinden’ ziyade demokrasiye hazırlık paketi görünümünde. Paketle birlikte açıklanan maddeler büyük çoğunlukla özgürlükler alanını kapsıyor. Açıklanan maddelerle 100 yıllık karanlığın bu ülke ve toplum üzerindeki tortuları silinmek isteniyor.
Türkiye geri dönülemez biçimde demokratikleşme yönünde ilerlemektedir” sözlerine, Cumhuriyetçi Washington Post gazetesi, Obama hükümetinin “kapanması” coşkusuna rağmen sitesinde yer veriyor.
Sayın Başbakan’ın konuşmasındaki bu cümle bir gerçeğin ifadesidir: Türkiye henüz tam demokratik bir ülke değil, ama demokratikleşme yönünde ilerliyor, geri dönülemez biçimde...
Lakin; özgürlük ile demokrasi birbiriyle ilgili, ama farklı kavramlar ve kurumlardır. Demokrasi, Lincoln’un meşhur ifadesiyle “halkın, halk tarafından halk için yönetilmesi”ni mümkün kılan bir sistemdir. Yani bir kere yönetimle ilgilidir, ikinci olarak bir sistem meselesidir.
Paketin içeriğine bakalım şimdi.
"Yüz yıllık karanlığın tortuları
Üniforma gerektiren üç meslek grubu dışında (bu istisnaya katılmıyorum) kılık kıyafet serbestisi getiriliyor. Gayrımüslimlerin mallarına iade öngörülüyor. Zamanında değiştirilmiş yerleşim yeri ve bölge isimlerinin iadesine imkan sağlanıyor. Üniversite adı değişiyor. Anadilde eğitimin önü özel okullarda açılıyor. İsim ve alfabe yasağı kalkıyor. Roman yurttaşların hakları ve kültürleri için adım atılıyor. Ve elbette Andımız denilen utanç uygulamasına son veriliyor.
Bu sayılanların tamamı yüz yıllık karanlığın bıraktığı tortular, ayıplar ve utanç verici uygulamalar. Bu ayıplar gideriliyor. Bu tarihi öneme sahip. 5 yıl önce bunun çeyreğini dile getiren partiler hakkında kapatma davası açılıyordu.
Alevi yurttaşlarımızın beklentilerinin neredeyse hiç karşılanmamış olması herhalde kabul edilebilir bir durum değil. Buna Heybeliada ruhban okulunu da ekleyebiliriz. Eksiklikleri tek tek sıralamak yerine, yüz yıllık karanlığın sinmiş olduğu mevzuatı tarayıp, yığınla özgürlük karşıtı yasa ve yönetmeliğin tespit edilip temizlenmesi gibi koca bir ödevden söz etmek en doğrusu. Bunlar bir iki paket içinde çözülecek hususlar değil. Sayın Başbakan bunun da işaretlerini vermiş durumda.
Tüm bunlara rağmen, yapılanları küçümsemek için de insanın herhalde aklından zoru olması lazım. Zira siyaset her biri ötekinden farklı yüzlerce, binlerce ve milyonlarca iç içe geçmiş sorun kümelerinden oluşan bir ülkede ortaya çıkan, pek çoğu birbiriyle çatışan sayısız taleplere, reel siyasetin limitleri içinde cevap verebilme sanatıdır.
İşin özgürlüklerle ilgili kısmı böyle.
Yasaları aşan asıl sorun
Demokratikleşme ile ilgili hususlar çok sınırlı. İlki, seçimlerde %3 alan partilerin mali yardımlardan yararlanması mümkün hale geliyor (ki mali yardım demokrasilerin olmazsa olmazı değil). İkincisi, partiye üyelik konusunda bazı yasaklar kaldırılıyor. Üçüncüsü, Türkçe dışındaki dillerde (yani Kürtçe) siyasi propaganda yasağı kaldırılıyor, ki bu yasak, yeni Anayasa Mahkemesinin verdiği bir karar ile yaptırımı olmayan bir yasağa dönüşmüştü zaten. En önemlisi seçim barajının düşürülmesi veya tamamen kaldırılması meselesi. Bunun hiyerarşileri önemli ölçüde çözmek suretiyle parti içi demokrasinin gelişimine katkı sağlayacağı dikkate alındığında, çarpan etkisinin çok yüksek olacağını söyleyebiliriz. Kilit nokta burası.
Daraltılmış veya dar bölge seçim sistemi önerilerinin %10 barajlı nispi temsil sistemine nazaran bir geriye gidiş olduğunu söylemek, bu nedenle mantıkla açıklanabilecek bir durum ve tutum değil.
Geçelim bunları...
Öyleyse paket esas itibariyle “yönetimiyle veya bunu mümkün kılan sistem”le ilgili değil.
Türkiye’de serbest seçimler yoluyla yasama erki ile yürütmenin siyasi kanadını belirliyoruz. Bu kadar. Ha bir de egemenliğin kullanılması olarak nitelendirmemiz çok mümkün olmayan yerel yönetimler için sandığa gidiyoruz. Ama biliriz ki, yerel yönetimler, mahallemizde veya sokağımızda dahi merkezi yönetim kadar yetkili değil. Aslında merkezin izin verdiği alanda “belediyecilik” oyunu oynuyorlar. İşi cazip kılan tek husus imar nedeniyle oluşan rant ekonomisi...
Ülkenin tüm kaynaklarının toplandığı, tasnif edildiği ve dağıtıldığı, tüm sosyal, ekonomik, kültürel ve bölgesel politikaların merkezden belirlendiği, toplumun genel seçimlerde oy verme dışında kendine ait olan egemenliğin kullanımına katılamadığı “halkın halk için yönetildiği, ama halk tarafından yönetilmesini mümkün kılan bir sistemin halen kurulamadığı” ülkemizde demokratikleşme yasaları aşan bir sorun.
Zihniyet dönüşümünün anahtarları
İş anayasal paradigmaya gelip dayanıyor. 1921 Anayasası hariç, neredeyse yüz yıldır bu paradigma içinde yaşıyoruz.
2010 sonrasında bu konuda iyi başlangıç yapılmıştı. Ne yazık ki, yeni anayasa süreci, toplumun büyük bir kısmının paylaştığı yeni bir anayasal düzen beklentisinin aksine 1982 Anayasasının revizyonuna dönüştü. Meclisteki komisyonda 1924 Anayasası ile başlayan, 1961 ve 1982 Anayasası ile olgunlaştırılan yapı aynen korunuyor, farklılıklar ise iki ana noktada yoğunlaşıyor: Birincisi, tarihi ıskalamış bir ideolojinin anayasal iz düşümleri. Diğeri ise merkezdeki yetki paylaşımının nasıl olacağı hususu. Yani başkanlık-parlamenter sistem tartışması...
Demokratikleşmede katılım, toplum-devlet ilişkisi ve merkez-yerel ilişkisi gibi en temel konularda bir farklılık gözlenmiyor. Bu durumda eskinin anayasal düzeni, “sivil” partiler üzerinden kendini yeniden inşa edebilir, toplumun demokratikleşme beklentisi, taktik ve stratejik hatalar sonucunda başka baharlara ertelenebilir. Geri dönülmesi mümkün olmayan demokratikleşme süreci, anayasa sorunu nedeniyle ilerlemesi mümkün olmayan bir sürece dönüşebilir. Bazı partilerin tam da bu sonuç gerçekleşsin diye uğraştığı çok açık.
Evet bu ve takip edecek paketler, yüz yıllık karanlık bir dönemin ayıplarının temizlenmesi konusunda tarihi adımlardır. Eksikliklere vurgu yapmak dışında, bu paketi reddedenleri ciddiye almak gereksiz. Yol temizliği mahiyetindeki bu paketler zihniyet dönüşümünün anahtarlarını barındırıyor. Demokratikleşme için ivme oluşturuyor. Ama dediğim gibi, demokratikleşme başka bir şey. O bir yönetim ve sistem değişimi, dolayısıyla anayasal paradigma değişimi meselesidir.
Anayasal paradigma ise ne kadar özgür olduğumuzu gösterir.
Artık ona odaklanma zamanı geldi.