Yarın Başbakan Erdoğan hükümetin uzun zamandır üstünde çalıştığı demokratikleşme paketini açıklayacak.
Hayırlı olsun.
Türkiye bence kendi ‘Tuhaf Zamanlarını’ yarın açıklanacak olan demokratikleşme paketiyle beraber bir adım daha geride bırakmış olacak.
Bilenler bilir, bilmeyenler için hatırlatmak isterim. Ben Midyat’ta doğdum, orada büyüdüm, Süryaniler, Kürtler, Araplar hep bir aradaydık. Demokrasi taleplerimizin peşinde koşturup dururken, birlikte yaşadığımız halkları aklımızdan hiç çıkarmazdık. Devrim olacak ama, şu halk bu halk kurtulacak diye değil, hep beraber kurtulacağız diye düşünürdük. Sonra zor zamanlar geldi ve herkes kendi derdine düştü. Bir zamanlar, Kürtler’in demokrasi ve barış talep etmeleri yanlıştır, Kürtler sadece bağımsızlık istemeliler diyen Kürt dostlarım vardı benim. Bu görüşler hala savunulabiliyor.
O günler geçti. Kendimize istediğimiz şeyi başkasına da istemek siyaseten ve ahlaken makbul bir hale geldi. Şimdi başkalarını hatırlamadan, mesela demokrasi Kürtler’e ne getirecek diye sormak bile biraz ayıp kaçıyor. Demokratikleşme paketine bu açıdan bakmaya çalışıyorum.
Midyat-İdil arasında yer alan Mor Gabriel Manastırı’na ait toprakların iadesi mümkün hale gelecek deniliyor ya, buna çok seviniyorum. Kürtçe’nin önü biraz daha açılacak.
‘Üstün sosyalist insan’
Diyarbakır cezaevinde annemle bildiği iki dilden Kürtçe ve Arapça’yla konuşturulmadığımız yılları hatırlıyorum. Aklım tek tip insan yaratmak için bu topraklarda girişilen vahşete, akıl almaz çılgınlıkların yaşandığı dönemlere uzanıyor.
Ulus devletler çağında ‘makbul vatandaşın’ imal edilmesi için yapılan çılgınlıklar; ‘sosyalist insanı’ ortaya çıkarmak için, Bolşeviklerin akıl almaz projelerine ve üstün ırkı yaratmak için de Naziler’in dünyayı kana bulayan eylemlerine ve uygulamalarına büyük benzerlikler gösterir.
Sosyalistler Naziler gibi üstün ırk yaratmanın peşinde değillerdi, ama bilimin imkanlarından yararlanarak ‘üstün sosyalist insanı ‘yaratabileceklerine inandılar.
Çılgınlıkların haddi hesabı yoktu.
John Gray, ‘20. Yüzyılda Aydınlanma ve Terör başlıklı makalesinde şu bilgiyi veriyor:
‘1920’li yılların ortalarında, Stalin tarafından maymunla insanı melezleştirmekle görevlendirilen İlya İvanov’un çalışmaları daha az biliniyor. Stalin dünyayı Aristoteles ve Goethe’nin benzerleriyle doldurmaya merak sarmamıştı. Yeni bir asker türü yaratmak istiyordu, acıya çok dayanıklı, çok az yiyecek ve uyku gereksinen, ‘yenilmez yeni bir insan.’
İvanov, Çarlık döneminde yapay dölleme yoluyla yarış atı üretimine öncülük ederek ünlenmiş bir at üreticisiydi ama Stalin’in talimatları doğrultusunda bütün dikkatini primat araştırmasına verdi. Şempanzeleri dölleme deneyleri için Batı Afrika’ya gitti ve Stalin’in doğum yeri olan Gürcistan’da, bir araştırma enstitüsü kurdu. Burada insanlar maymun spermiyle döllendi. Birkaç deney girişiminde bulunduysa da hepsinin başarısızlıkla sonuçlanması şaşırtıcı değildir. İvanov tutuklandı, hafifletilen bir hapis cezasına çarptırıldı. Ve sonra Kazakistan’a sürüldü. 1931’de burada öldü.’ (John Grey-Kara Ayin YKY, çeviren Bahar Tırnakçı Sayfa: 57-58)
Stalinizmin ve Nazizmin giriştiği vahşetler söz konusu olduğunda tarihçiler tartışır durur. Kim kimden neyi öğrendi diye.. Nazizmin Stalinizmden çok şey öğrendiği, ama aynı Nazizmin daha sonra da Stalinzimin kendi muhaliflerini yok etmek için Nazizimden ilham aldığı bir gerçektir.
İttihatçılığın 1915’te Anadolu’da uyguladığı etnik temizliğin de her iki öğretiye hem Komünizme hem de Nazizime epey cesaret verdiği artık bir sır değil.
Gasp edilen haklar iade
Türkiye’de ulus-devlet İttihatçılığın siyasi mirası üzerine kuruldu.
İttihatçı-Kemalist kadrolar kendilerine ulus-devlet modelini örnek aldılar.
Ulus-devlet modelinin kimi örneklerinde görülen tek ulus, tek parti ve tek milli şef ideali uğruna girişilen çılgınlıklar, inkar ve asimilasyona dayanıyor ve tek tip insan yaratmayı hedefliyordu.
Türkiye bu süreçlerden geçmiş ve büyük acılar yaşamış bir ülke olarak, şimdi de herkesin kendi ismiyle, kendi kültürü ve diliyle tanınacağı, saygı göreceği yeni bir dönemden geçiyor.
Hiçbir güç bir başkasını tanımlamaya, onu kendi kimliğinden başka kimliklerin içine hapsetmeye ve bu kimlikleri benimsemeye zorlayamayacak.
Herkes kendi kültürü ve kendi değerleriyle makbul hale gelecek..
Türkiye yeni dönemin hukukunu, siyasetini ve yurttaşlık anlayışının yeniden inşasını er geç tamamlayacak. Bu değişim dalgasının önünde durmak artık mümkün değil.
Yüzyıl sürmüş bir kabustan kan revan içinde uyanmak gibi bir şey bu.
Yarın Başbakan’ın açıklayacağı demokratikleşme paketi, 11 yıldır devam eden demokratik sürecin yeni ve önemli bir aşaması olacak.
Türk olarak kabul edilen, Türkleşmeleri istenen, bunun için akıl almaz asimilasyon ve inkar politikalarına maruz kalan etnik ve dinsel kimliklere, yıllardır gasp edilen hakları eşitlik ilkesi temelinde iade edilecek.
Doğru soru: Ne kazandık
Son 11 yılda; Ulus-devletin tek kimlikli, tek dilli (Türkçe) tek dinli (İslam ve Sünni) makbul vatandaşının, yerini eşit haklara sahip vatandaşa bırakması için atılan adımlar kuşkusuz bu paketle sona ermeyecektir.
Bu gerçeği hükümetin kendisi de, Başbakan da kabul ediyor zaten. Başbakan yerel yönetimler toplantısında, şimdiye kadar atılan adımların hep, uygun siyasi şartlarda atıldığını, daha fazla siyasi normalleşmenin, demokratik sürece büyük katkı sunacağını ve demokratik sürecin normalleşme koşularında daha derinleşeceğinin altını çizdi, bu yollu önemli açıklamalar yaptı.
Çözüm süreci, itirazlara, bir takım inişli çıkışlı siyasi tavırlara rağmen, bu normalleşmeye giden yolu açan bir süreç oldu.
Siyasetin artık her türden şiddetin etkisinden ve gölgesinden kendini kurtarması gerekir.
Hükümetin yapamadıklarını, yapması gerekenleri birer eleştiri konusu haline getirmek kendisine demokratım diyen her insanın hakkı ve görevidir. Ama bu hakkı kullanırken, 11 yılda Türkiye’nin geldiği yeri ve bu hükümetin ortaya koyduğu başarıları elimizin tersiyle bir kenara itmeye de gerek yok sanırım.
Ne kazandım sorusunu bir kenara bırakıp, hep beraber bu ülkenin bütün insanları olarak ne kazandık ve daha neler kazanabiliriz sorusunu sormamız gerekir.
Türkiye hep ileriye, daha ileriye gidecek.
Bu gidişi yavaşlatmak mümkün olabilir belki, ama durdurmak hiç mümkün olmayacak.
Türkiye yarın Başbakan’ın açıklayacağı demokratik paketle beraber, kendi Tuhaf Zamanları’nı bir adım daha geride bırakmış olacak..