DP ilk kurulduğu yıllarda, partinin bir an önce güçlenip gelişmesi gerekiyordu. Zaten, o zamana kadar tek parti iktidarına karşı duran herkes DP’ye katılmak için sıraya girmişti. Ancak bir süre sonra DP’de de parti içi muhalefet oluşacaktı. Öyleki, kurucular kuruluna başkaldıran muhalifler, eski Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ı da partiye dahil edip yanlarına almışlardı.
Genellikle aklımızda kalan DP’nin iktidardayken bölündüğü ve Hürriyet Partisi’ni doğurduğudur; fakat kurulduğundan sadece iki yıl sonra parçalandığını da hatırlamalıyız. Muhalifler ‘daha sert’ politika istiyorlardı.
DP’nin muhalefet yılları sadece iktidara karşı mücadeleyle geçmedi; ama aksine, parti içi mücadele de bir o kadar sert ve yıpratıcı oldu. DP’nin kurucuları, elbette birlikte çalışacakları kişileri ellerinden geldiğince sıkı bir süzgeçten geçirmek istemişlerdi. Fakat DP’nin daha kurulma aşamasında bile herkesle yakın çalışamayacaklarını anlamış olmalıdırlar. Yine de partinin gelişmesi ve güçlenmesi için herkesin katkısına ihtiyaçları vardı. Bu bakımdan o kadar da ince eleyip sık dokuyamazlardı. O zamana kadar tek-parti iktidarına karşı içinde muhalefet ateşi bulunan herkes, ama her türlü siyasal eğilimden herkes, DP’ye katılmak için sıraya girmişti.
DP, DP’ye karşı
Başlık şaşırtıcı mı geldi; ama gelmesin! Daha ilk günden itibaren parti içinde kurucu olarak tanımlanan Bayar, Menderes, Köprülü ve Koraltan’a karşı gelişen bir muhalefet akımı çoktan belirmişti bile. Kurucuların yumuşak, uzlaşıcı, temkinli politikasına karşılık; muhalifler, DP’nin politikasından pek ya da hiç memnun değildiler. Meselâ, DP’nin daha kuruluş günlerindeki efsanevî ismi, partinin İstanbul il başkanı Kenan Öner, ayağının tozuyla İstanbul’da Fuat Köprülü ile çatışmaya düşmüştü bile. Elbette şahsî anlaşmazlıklar, kişiliklerin uyuşmazlığı gibi, politika sahnesinde her zaman görülebilecek şeylerin yanında, ama çok daha önemlisi politik görüş ayrılıkları, DP’nin çekirdek kadrosunda dağılma riskini artırıyordu. İlk zamanların heyecanı içinde bile bu farklılıklar açığa çıkmıştı.
Kurucuların DP’nin iktidar karşısında siyasal meşruluğunu yitirmemesi için gösterdikleri ihtiyat; pek çok muhalif için lüzumsuz bir çekingenlikten ibaretti. Aksine, muhaliflere göre, DP çok daha sert bir politika izlemeliydi. O kadar ki, partinin 1947 yılı başında toplanan ilk kongresinde, pek çok delege, tek parti dönemine ve Çankaya’ya yönelik o zamana kadar görülmemiş sertlikte ifadeler kullanırken; özellikle Bayar ve Menderes bu coşku seline set olmaya çalışmışlardı. Setin yıkılması halinde, kuruculara göre, CHP iktidarı, tıpkı daha önceki siyasal tecrübelerde olduğu gibi, DP’yi de kapatabilirdi. Nitekim, Celâl Bayar’ın uzun yıllar sonra Metin Toker’e aktaracağı gibi, isterlerse iki jandarma neferi gönderebilirler ve partiyi kapatabilirlerdi; hiç kimsenin de sesi soluğu çıkmazdı.
Muhaliflerin itirazları
Muhaliflere soracak olursanız; daha partinin kuruluşu sırasında ortaya atılan ‘muvazaa’ iddiası, o kadar da ciddiye alınmayacak bir şey değildi. DP, bazılarının gözünde, bir danışıklı dövüşün, tıpkı SCF’de olduğu gibi, yeniden sahnelendiği bir oyundu aslında. Güvenmek caiz değildi. Kısa bir süre sonra bu oyuna yine son verilecek ve olan yine oyunda rol almaya hevesli olanlara olacaktı. Tıpkı SCF’nin başına gelenlerde olduğu gibi. Çünkü DP kurucuları aslında CHP’nin adamlarıydı; İnönü ile anlaşmışlardı. Bu bakımdan bu oyundan uzak durmak gerekirdi. DP’nin kurucuları ise, bu iddiayı defetmek için varlarını yoklarını ortaya koymuşlardı. Bu iddia kamuoyunda ciddîye alındığı takdirde partinin gelişmesine tabiî ki imkân yoktu. Peki, muhalifler bu iddiayı ciddîye almışlar mıydı? Herhalde akıllarında kalmıştı; kurucuların, özellikle Bayar’ın İnönü ile teması; buna ilâveten Fuat Köprülü’nün Nihat Erim ile görüşmeleri; buna benzeyen iktidar-muhalefet diyaloğu, muhaliflerin gözünde bu şüpheyi ayakta tutan gelişmelerdi. Hele ünlü ’46 seçiminden sonrası gelişmelerde, muhalifler kendilerinin haklı çıktığını düşünmüşlerdi. İşte, İnönü ve CHP iktidarı serbest bir seçim sonucunda kendiliğinden iktidardan ayrılmak gibi bir düşüncenin içinde olmadığını açıkça göstermişti. İktidara karşı direnmek gerekirdi. Gerekirse direniş bir halk isyanı ve ihtilâliyle sonuçlanmalıydı. Madem seçim hileliydi; DP milletvekilleri Meclise girmemeli ve Meclisi boykot etmeliydi. İktidarla hiçbir yakınlık kurulmamalıydı. Recep Peker hükûmeti işbaşında iken, DP’ye karşı her türlü baskı önlemleri devam ederken, İnönü ile temas; işte bütün bunlar acaba muvazaa iddialarına kanıt olmaz mıydı? Ve ardından iktidarla muhalefetin uzlaşmasını sembolize eden İsmet İnönü’nün ünlü 12 Temmuz 1947 beyannamesi, muvazaanın tipik bir kanıtı sayılmaz mıydı?
Davaya ihanet edenler
Türkiye’de pek çok siyasal akım, kendisini bir “dava” olarak tanımladığından; kopmalar genellikle “davaya ihanet” olarak yaftalanır, yaftalanmıştır da. Muhalifler için de DP kurucularının tamamı “dava”ya ihanet etmişlerdi. Bu gözle görülür bir durumdu. Onlar, DP tabanının asıl talebini gözden uzak tutarak, İnönü ve içinden çıkıp geldikleri CHP ile anlaşmayı tercih etmişlerdi. Dahası, bütün bu görüşmeler ve anlaşmalar gizli tutulmuş, kimselere haber bile verilmemişti. DP kurucuları, bu anlaşmayı kabul etmeyeceklerinden şüphe ettikleri muhalifleri, parti yönetiminden dışlamışlar; onlara haber ve bilgi vermeksizin kendi politikalarını gizli gizli uygulamışlardı. Fakat bütün bunlar açığa çıkmıştı nihayet. Hesap verme günü yaklaşmıştı. Muhalifler, bütün bu gelişmelerin hesabını parti yönetiminden sormaya kararlıydılar.
DP’nin ağır topları sayılan önde gelen isimleri; Ahmet Tahtakılıç, Osman Bölükbaşı, Kenan Öner, Sadık Aldoğan, Osman Nuri Köni, Ahmet Oğuz gibi isimler, kurucular kadrosuna başkaldırmışlardı. Üstelik yanlarına ünlü bir ismi daha almışlardı: Genelkurmay eski başkanı mareşal Fevzi Çakmak’ı. DP saldırı altındaydı; fakat bu saldırı iktidar kaynaklı değildi. DP kendi muhaliflerinin saldırısı altındaydı. Hatta 1949 yılının yaz aylarında yayınladıkları bir broşürün adı bile meseleyi pek güzel özetliyordu: “Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler”. DP Meclis Grubu’nu oluşturan DP’li milletvekillerinin çoğu muhalifti. Bunun sonucunda da Fuat Köprülü’yü grup başkan vekilliğinden uzaklaştırmayı başarmışlardı. Hatta o kadar ki, bu gelişmeyi önlemeye çalışan parti başkanı Celâl Bayar bile ayakta kalamamıştı. Bu kez de muhaliflerin azınlıkta kaldığı parti yönetimi, partinin meclis grubundaki isyanı bastırmak üzere harekete geçmişti.
İsyan bastırıldı
Sonunda isyan bastırıldığında; DP Meclis Grubu’nun yarısından çoğu ya partiden ihraç edilmişti ya da istifa ederek ayrılmıştı. DP, 1948 yılında aşırı derecede kan kaybediyordu. Örgütlerde de bu kavga açığa çıkmıştı. Teşkilât dalgalanıyor; kuruculara karşı kuşkulu davranışların önüne geçilmekte zorlanılıyordu. Pek çok teşkilâtın yeniden kurulması gerekmişti. İstifaların da önüne geçmek kolay değildi. Sonunda Millet Partisi kurulduğunda; DP ikiye ayrılmış bir manzara görüntüsündeydi. Dışarıdan bakıldığında; DP yönetimi, daha kendi partisi içinde bile birlik bütünlük sağlamaktan âciz bir görünüm içindeydi. Böyle bir kadroya ülkeyi teslim etmek mümkün müydü acaba? Herhalde CHP iktidarı, bu gelişme karşısında bir sonraki seçimi de kazanmanın o kadar da güç olmayacağını düşünmeye başlamıştı bile.
SAMET AĞAOĞLU’NUN SİYASÎ GÜNLÜĞÜ
Samet Ağaoğlu’nun “Siyasî Günlük: Demokrat Parti'nin Kuruluşu” adını verdiğimiz kitabının ilk baskısını 1992 yılında yapmıştık. Kitabın editörlüğünü üzerime almıştım. Yayına hazırladım. Rahmetli Samet Bey’in oğlu Tektaş Ağaoğlu, babasının günlüğünü bulmuş, not defterlerini yayınlamam için bana teslim etmişti. O zaman İletişim yayınlarında çalışan Fahri Aral da benim Tektaş Bey’le tanışmama aracılık etmişti. Aradan yirmi yıldan fazla bir zaman geçmiş: Birkaç gün önce kitabın dördüncü baskısı yeni görünümü ile yayınlandı! Bu kitapta; sadece Ağaoğlu’nun 1947-1950 yılları arasındaki siyasî günlüğünü değil; en az onun kadar önemli olan bu dönemde DP Genel İdare Kurulu’nun tutanaklarını da okuma fırsatını bulacaksınız. Bu bir ilkti; hâlâ da öyle: Hiçbir siyasî partinin yönetim kurulu tutanakları şimdiye değin bulunup da yayınlanmadı çünkü! Eğer meraklısı iseniz, kaçırmayın derim...Samet Ağaoğlu’nun günlüğünden birkaç satırı birlikte okuyalım: “Bayar da bu münasebetle mareşalden bahsederken, Selânik’te Şemsi Paşa’nın erkânı harbi olduğunu, Millî Mücadele’ye zorla iştirâk ettiğini, Atatürk’ü tevkif ettirmeye çalıştığını, adama ihtiyaç olduğu için kendisine iş verildiğini, Serbest Fırka zamanında bu fırka aleyhine olarak Atatürk’ü tehdit ettiğini, İsmet Paşa uzaklaştırıncaya kadar yerinde kaldığını, eğer uzaklaştırmasaydı, bugün Salih Omurtak’ın oynadığı rolü onun oynayacağını söyledi. Ne garip… Bu insanlar, yıllarca ve yıllarca beraber çalışmışlardır.” “Bugün İzmir’de kurtuluş bayramı var. Bayar ve İzmir’deki arkadaşlar Demokratların başında yürüyeceklermiş… Eğer doğru ise, biraz faşist yürüyüşünü andıracak…”