Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın, merakla beklenen “Demokratikleşme Paketini” açıkladığı gün, Atina’nın faşist ve “darbeci” kimlik taşıyan bir partiye karşı düzenlenen baskınlara sahne olması neyi gösteriyor?
Demokrasinin kırılgan ve varlığı için sürekli kendini yenilemesi gereken bir rejim olduğunu...
Hatırlatalım; komşu, 1974 yılından bu yana ayakta tutmaya çalıştığı demokrasisini Türkiye’ye borçludur. 1967 yılında Pentagon’un gizli desteğinde kurulan Albaylar Cuntası, Kıbrıs serüveni sonrasında yıkılmış, 1974’te yapılan genel seçimlerden başbakan çıkan Konstantin Kamanlis’in öncülüğünde Yunan demokrasisi yeniden şekillenmişti.
(1967 darbesi esas olarak Papandreu ailesinin sol çizgisini hedef alan bir darbeydi. Amerika “dede” Yorgo Papandreu’nun 1961 yılında kurduğu ve oğlu Andreas Papandreu’nun fiilen yönettiği Merkez Birliği Partisi’nin istikrarsızlık kaynağı olduğuna inanıyor, solun yükselişinin Sovyetler’e karşı yürütülen Soğuk Savaş cephesinde ciddi bir delik açacağını hesaplıyordu. Nitekim, darbenin gerçekleştiği 21.Nisan. 1967 sabahı bir grup subay tutuklamak üzere Andreas Papandreu’nun evine gitmiş, kendilerini görüp evinin çatısına çıkarak direnmeye hazırlanan muhataplarını teslim olmaya, o sırada 14 yaşında olan oğlunun şakağına tabanca dayayarak ikna etmişlerdi. Şakağına tabanca dayanan evlat, ilerleyen yıllarda ülkesinin Dışişleri ve Başbakanı olacak, merhum İsmail Cem’le geliştirdiği dostlukla da anılacak “torun” Yorgo Papandreu idi!.. Kayıtlar, dönemin Atina CIA temsilcisi Gust Avrakatos’un, “yakın dostu” cunta lideri Yorgo Papadopulos’a, “Andreas’ı bulduğunuz yerde vurup, işini bitirin, hep beraber kurtulalım bu heriften” dediğini de belirtiyor.)
“Derin devlet” varsa...
Yunanistan’ın yaşadığı ağır ekonomik krizde palazlanıp, 2012 seçiminde yüzde 7 oy alarak parlamentoya 18 milletvekili sokmayı başaran “faşist” Altın Şafak Partisi’ne dönük operasyonlarda, partinin Yunan ordusu ve polis teşkilatı bağlantılarının çıkması dikkat çekici. Atina, “emekli subay derneğinin” açıkça “darbe” çağrıları yaptığı, “günümüz darbecileri” ile yakın işbirliğinde olan bir faşist hareketin de sokaklarına hakim olmaya çalıştığı çok özel bir dönem yaşıyor.
Belli ki, 1974 yılından bu yana “uykuda” gözüken Yunan derin devleti, ekonomik kriz sonucu tırmanan siyasi-sosyal istikrarsızlık karşısında uyanmış, kendine has yollarla “durumdan vazife çıkarma”nın rotasına girmiş!.. Çok değil, 2 yıl önce, Avrupa Birliği baskısıyla parlamentosunda çoğunluğa sahip meşru hükümetini istifaya zorlayıp, yerine bir “teknokratlar hükümeti” getiren bir ülke için çok da yadırganacak bir durum değil bu.
Yunanistan’da yaşanılanlar benzer deneyimlere sahip bizim gibi Akdenizliler açısından önemli.
Eğer bir devletin genetiğinde darbeci geleneğe sahip “derin devlet” yapılanması varsa, bu genetiğin harekete geçmeyeceğinin de garantisi bulunmuyor.
Daha düne kadar, herkes, bir Avrupa Birliği üyesi olan Yunanistan’da artık geçmişin izlerinin silindiğine inanıyordu, bugün rejim, kendi derin devletine karşı mücadele etmek zorunda kalıyor. Yarın, benzer haberleri, son üç yıldır “aşırı sağ/ırkçı” partilerin yükselişte olduğu İspanya ve Portekiz’den almayacağımızın hiçbir garantisi yok.
Türkiye ve Yunanistan benzerliği...
Türk ve Yunan devletlerinin bünyelerindeki “derin faşist yapılanmanın”,1923 LozanMübadelesi’ne dayandığına inanırım. “Mübadele” tarihin “kan akıtılmadangerçekleştirilen” ilk “etnik temizlik harekatıdır...” Lozan’da imzalanan protokolle iki devlet, bünyelerindeki “öteki” unsurları birbirlerine yollayarak kendileri açısından “temiz bir toplum” yaratmışlardır. Ama bu aynı zamanda, iki devletin derin mahfellerinde faşizme dönük bir yapılanmanın da yerleşmesine neden olmuştur. Bu tür bir yapılanma Batı Trakya’daki müftüyü rahat bırakmaz, Heybeliada’daki Ruhban Okulu’nu içinden çıkılmaz bir sorun haline getirir... Sonra... İki ülkenin de tarihi darbeler ve demokratikleşme sancıları ile yazılır...
Bu nedenle, Başbakan Erdoğan’ın bugün açıklayacağı demokratikleşme paketini önemsiyorum. Kuşkusuz, tartışılacak bir metinle karşılaşacağız ama daha önemlisi, Türkiye’nin sergileyeceği demokrasi kararlılığıdır. Topraklarımızın yaşadığı “ötekileştirmeyi” ortadan kaldıracak her adım, biliniz ki, “vesayet” olarak adlandırılan “kurumsal faşizmin” gerilemesi olacaktır.