AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün saat 18.00’de beklenen buluşmayı gerçekleştiriyorlar. Öncelikle, iki siyasi parti liderine, 7 Haziran Seçimi sonrasında ortaya çıkan siyasi tablo çerçevesinde sergiledikleri olgun duruş ve demokratik mekanizmaları sonuna kadar kullanma kararlılığı nedeniyle toplum olarak teşekkür borçluyuz.
Anlaşırlar, bir koalisyon ortaklığı oluştururlar, tamam, anlaşamazlar, “herkes yoluna” deyip memlekete yeniden “sandık başını” gösterirler, o da tamam...
Demokrasi, pahalı bir sistem, “kolaycı” ve “kestirmeci” yolları olmayan, fakat en çok “sabır” kavramına dayanan bir siyasal/sosyal mutabakat...
“Kolay” gözükeni “hızlı bir kararla” seçtiğinizde çoğu kez, işler yürür gibi olur, ama devamında, genellikle, en kolay gözükenin en zor olduğu da ortaya çıkar.
Bu nedenle, ön görüşmeleri yürüten AK Parti’den Ömer Çelik ve CHP’den Haluk Koç’un, “biz bir koalisyon partisi kurmuyoruz, her iki partinin kendi renklerini muhafaza edecekleri, karakterlerini yansıtacakları bir koalisyon kurmaya çalışıyoruz” sözleri “olgun demokrasi”nin önemli işaretleri olarak değerlendirilmeli.
Kimse, koalisyon kuracak partilerden, kimliklerini bir potada eritmelerini beklememeli, aksine, partiler, tabanlarından gelen talepler doğrultusunda ve o güne kadar sürdürdükleri fikir zemininde hareket ederek bir ortaklığı sürdürmenin yollarını aramalı.
“Kuruverin şu koalisyonu da memleket rahatlasın” yönündeki düşünce kırıntıları, demokrasiyi hafife almaktan, partileri de bir oyunun kurumsal figüranları olarak görmekten başka bir anlam ifade etmez. Bu, ancak “vesayet sistemleri”nde görülen bir alışkanlıktır, “aslında yok birbirinden farkınız” yaklaşımı 90’lı yılların ANAP ve DYP’si için geçerli olabilir ama, günümüz Türk demokrasisinde artık yeri yoktur.
Koalisyon olmazsa, dünyanın sonu değil...
Bugünkü Davutoğlu-Kılıçdaroğlu görüşmesinden bir koalisyon çıkmayabilir, Ankara’daki uzman meslektaşların aktardıkları öngörüler bu rotada...
Normal karşılanmalı...
Tabanda ve tavanda birbirine zıt iki partinin ana noktalarda anlaşıp bir süre kol kola yürümesi zordur, büyük sermaye gruplarıyla bir takım dış çevreler bu tür bir koalisyonu istiyor diye, ne Davutoğlu ne de Kılıçdaroğlu sonu belli olmayan bir siyasi serüveni göze alamayabilirler.
Böyle bir durumda anayasal süreç işler, sandık ortaya yeniden konulur, seçmen oyunu verir, sonuç aynı çıkarsa, o zaman yalnız AK Parti ve CHP değil, bütün partiler “koalisyon kurun” baskısının altında kalırlar.
Demokrasi tek taraflı işleyen bir kurum değildir, toplum, siyasi liderlerden sabırlı davranıp birbirleriyle anlaşmalarını talep ettiği kadar, oluşabilecek bir tekrar seçimde de benzer sabrı gösterip sandık başına “öfkelenmeden” gitmelidir.
Seçimler mesaj vermez...
Daha önce de yazdım, seçimler mesaj değil sonuç verirler. O sonuçlardan bir takım mesajlar çıkarıp “şöyle olmalı” yönündeki görüşler siyasetin gerçekleri açısından gereksiz bir beyin fırtınasından ibarettir.
Örneğin, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ısrarla söylediği, “seçmen bize ana muhalefet görevi verdi” yönündeki mesaj gerçek değildir. 7 Haziran seçiminin sonucu, bütün partilere iktidar veya muhalefet olma hakkını tanımıştır. Eğer Kılıçdaroğlu’nun öne çıkardığı “yüzde 60’lık blok” tercihi gerçekleşseydi, yüzde 41 oy almış 13 yıllık iktidar partisi AK Parti, kendini bir anda ana muhalefet sıralarında bulabilirdi.
7 Haziran seçimi sonucu, seçmenin, dört partiden en az ikisinin koalisyon kurmasının yolunu açtığıdır, bu kadar. Koalisyon kurulursa, bu, doğal bir sonuçtur, kurulamazsa da “seçmenin tercihini ayaklar altına aldınız” feryatlarına da gerek yoktur, oyunun kuralı önceden yazılmıştır, “seçmen dahil” demokrasinin bütün aktörleri bu oyuna uymak durumundadır.
PKK yaşlı bir örgüttür...
Son sözüm Kürt siyasetine: Yol kavşağındasınız, ya artık yaşlanmış ve giderek siyaset satrancından düşen PKK’nın narkoz öncesi son manevralarına uyacaksanız ya da gençliğin dinamizmini meşru siyaset zeminine taşıyacak bir silkinmenin adamları olacaksınız. “Sivil tercihi” yaptığınızda arkanızda yalnız Kürt nüfusun değil, Türkiye’nin çoğunluğunun desteğini bulursunuz. Bir soruyu kendinize sorun yeter: Neden sokaktaki Kürt vatandaş, üretilen bu kadar kışkırtmaya karşın sabırla evinde oturmayı tercih etti? Bu sorunun cevabı yalnız sizin değil, memleketin geleceğidir.
Bırakın Kandil’deki yaşlılar kulübü, kendi kanlı anaforunda kaybolup gitsin... Zamanla, onlara Tahran’da bir huzur evi bulurlar, merak etmeyin...