Olup biteni anlamakta zorlanıyoruz. Çünkü hem hızlı bir değişim süreci yaşanıyor, hem de yakıcı sorunlarla cesur ve sahici yüzleşmeler yapamamanın faturası önümüze geliyor. Biraz tarihe bakmanın herhalde tam sırasıdır.
Cumhuriyete doğru giderken, imparatorluk geleneğinden esintiler taşıyan asker, bürokrat, okur yazar ve din adamlarından oluşan bir yapının ‘kurucu etkinliği’nden söz edebiliriz. Ancak çok kısa sürede bu kurucu yapının önemli unsurları tasfiye edildi. O nedenle hala Birinci Meclis’in temsil gücünden, sonra ortaya çıkan yapının ise giderek diktatörlüğe dönüşen karakterinden söz ediyoruz.
Nasıl oldu da Birinci Meclis’te neredeyse tüm renkleri temsil eden bir yapı, hızla tasfiye edildi. Burada Lozan’ın kilit bir rol oynadığını kısmen biliyor, kısmen de tahmin ediyoruz. Çünkü o masada bir yandan yeni Türkiye’nin kodları yazılırken, diğer yanda hangi kodların tasfiye edileceği de şekillendi.
Birinci Meclis feshedildi, Milli Mücadele döneminin etkin unsurları, İttihatçılardan mülhem ayak oyunlarıyla ya kırıldı ya da köşesine çekilmeye zorlandı. Lozan, bu durumun uluslararası düzeyde tescil edildiği zemin oldu. Artık dünyaya ‘Türkiye’nin ‘İslam ve Müslümanlarla arasına mesafe koyduğu sürece ayakta kalabileceği’ ilan edilmiş; sıra verilen söze uygun biçimde ülkeyi dönüştürmeye gelmişti.
***
Sonrası gerçekten uzun ve zorlu bir hikaye. Milletin, devlete rağmen değerlerini ayakta tutma çabası elbette her türlü takdirin ötesinde. Kuşkusuz neredeyse bir asrı bulan bu süreçte bir yandan ‘devlet aklı’nda, diğer yandan devlete rağmen İslami değerleri ayakta tutma çabasında olanlarda ciddi değişimler yaşandığını da unutmamak gerekiyor. Ancak değişmeyen tek bir gerçek var: İslam’ın ve Müslümanların hedef tahtasında olması.
Farklı isimlendirmeler ve tanımlar altında olsa da, cumhuriyetin/rejimin yeniden kurulması yönünde kuvvetli bir toplumsal irade olduğu ortada. Bu değişimin son 50-60 yıldır farklı aktörler eliyle, aşağı yukarı benzer bir çizgide devam ettiği de malum.
Ancak muhtemelen bu süreçlerden hiçbiri, son on yılda yaşanan ve Recep Tayyip Erdoğan eliyle devam eden değişim kadar hızlı ve sonuç alıcı olmadı. Erdoğan tam da bu nedenle çok güçlü ve yine aynı nedenle sık sık ‘tasfiye’ operasyonlarıyla karşı karşıya kalıyor.
Üç dönemdir iktidarda olan AK Parti’nin ve Erdoğan’ın, ‘devlet aklı’nın dönüşümünde ne kadar sahici mesafe aldıklarını, ancak büyük sorunlar ve krizler üzerinden görmek mümkün olacak. Nitekim Kürt sorunu üzerinde gösterilen cesaretin ve alınan riskin böyle bir dönüşümün ürünü olduğunu görmek gerekiyor.
***
Şimdi Türkiye çok daha farklı bir krizle karşı karşıya. Uluslararası ölçekte planlandığı artık tüm çıplaklığı ile ortaya çıkan operasyon, geri çekilmiş görünse de, yakın bir gelecekte tekrar sahnede olacağını şimdiden bir kenara not edelim.
Bu operasyon, yeniden şekillenen bölgede, bağımsız duruşu ile tepki toplayan Ankara’yı ve Erdoğan’ı cezalandırma arayışıdır. Türkiye demokratik standartlarını yükseltecek, ancak bu yükselişini İslam ve Müslümanlar lehinde kullanmayacak, hele bunu siyasi sınırlarını aşan bir alana asla taşımayacaktır.
Bize söylenen, daha doğrusu dayatılan budur. Bir köşe yazarından çok, ‘köşe yağmacısı’nı andıranların özgürlük anlayışlarına boyun eğmemiz, onun ötesinde bu toprakların değerlerini ve onları yaşatan sessiz milyonları yok saymamız isteniyor.
Son cümle de şu: Olup biteni ‘empati’ maskesi altında ‘onları anlamaya çalışmalıyız’ gibi süslü laflarla aktarıp, yağmacılara şirinlik yapanlara da yazıklar olsun!