HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş seçimini yaptı aslında; 7 Haziran seçimlerine giderken içinden çıktığı Kürt halkının ızdırabından yana değil İstanbul’un mutena muhitlerinin ayrıcalıklarını yitirmiş solcularından yana bir seçim oldu bu. Demirtaş bir seçim daha yaptı; üç nevruzdur “silah miadını doldurdu, devir siyasi mücadele devridir” diyen Abdullah Öcalan’dan yana değil, varlıklı ‘loser’ solcuların da bel bağladığı PKK’nın şahinlerinden yana bir seçim
yaptı.
Demirtaş yaptığı bu seçimlerin yol açtığı çelişkinin içinde kıvranmak durumunda. Bu yüzden de ha bire çevir kazı yanmasın misali içine düştüğü çelişkiyinin faturasını hükümete çıkartarak örtmeye çalışıyor. Ehh zaten saf tuttuğu bloğun tek ideolojisi var o da “Erdoğan’ı başkan yaptırmamak”. Demirtaş’a düşen de partisine barajı geçirterek AK Parti’nin milletvekili sayısını referendum imkanını ortadan kaldıracak orana indirmek.
Lakin çelişki bununla bitmiyor; hem yeri geldi mi PKK’nın şahin kanadıyla ve PKK’ya silah bırakma çağrısı yapan sözde Türkiyeli aydınlarla kol kola gireceksin hem de o silahın filmin bir yerinde patlamayacağını garanti edeceksin!
Olmuyor, olamıyor, şiddeti samimiyetle ve kesin bir dille reddetmeyince, eli silahtan tümden çekmeyince illa ki şeytan dolduruyor!
***
Buyrun, Ağrı Diyadin’de yaşanan hadise...
Demirtaş’ın 6-8 Ekim’in eline bulaştırdığı kanı temizlemek için aylardır verdiği uğraş bir çırpıda berhava oluyor, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın tabiriyle “makyaj dökülüveriyor.”
Demirtaş’ın, desteğini aldığını zannettiği zevat aslında ona en büyük kötülüğü yapıyor; artık iş görmediği tescillenen bir muhalefet etme biçimine Demirtaş’ı da kurban ediyorlar.
Ne mi o?
Sadece mevcut tabanı konsolite etmeye yarayan ve giderek açılım siyasetini de kilitleyen negative muhalefet; “yaptırmayacağız ettirmeyeceğiz” siyaseti...
İyi de sen ne vadediyorsun; bunun cevabı yok.
Demirtaş da “gündem muhalefetinden” çıkıp “negative muhalefet” yapmaya başladığı andan itibaren kemikleşmiş tabanın kilitlediği muhalif diskura hapsolacak demektir.
Bu akılla Tükiyelileşmek şöyle dursun ancak muhalefet pastasından kendine bir parsel beğenir ve onun etrafını çevirirsin, hepsi bu.
***
Ama ben yine de “Türkiyelileşme” tabirini önemsiyorum, çünkü bu tabirin kendisi aslında şu 10 yıllık sürecin Kürt sorunun çözümünde bizi ulaştırdığı menzilin bir neticesi.
Hani Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “artık Kürt sorunu yoktur” diyor ya, işte bunun bir ispatı aynı zamanda.
Kürtlerin siyasi ve toplumsal alanda dile getiremedikleri taleplerinin kalmadığı bir dönemdeyiz artık. Siyasetin ve düşünceyi ifade etmenin kanallarının kapalı olması dolayısıyla Kürtlerin madun oldukları vasat tümden ortadan kalmıştır. Kürt vatandaşların mağduriyetlerinden söz edilebilir. Bu da 90’ların karanlık günlerinde tüm vatandaşlara yaşatılan cehennem azabının devam eden hukuki süreçleriyle ilgilidir.
Faili meçhullerin, köy boşaltmaların yol açtığı travmaları da ancak barış ortamı sağaltabilir.
Hülasa Türkiyelileşmek gibi bir misyonu en azından teoride benimsemiş ise HDP, bunun sebebi AK Parti iktidarları sayesinde Kürt sorununun çözülmüş olmasıdır. Şimdi önümüzde PKK terör örgütünün denklemden çıkarılması hadisesi vardır.
HDP tıpkı Diyadin’de olduğu gibi PKK’yı arkalamaya devam edecekse hiç boşuna Türkiyelileşmekten bahsetmesin. Zira inandırıcı olmuyor, o bir şey değil, gülünç duruma da düşüyor.
Öyle adının önünde profesör yazan bir kaç kişinin “HDP’nin barajı aşacağı kesinleştiği için AK Parti provakasyonla PKK’yı silah kullanmaya sevkediyor” yollu laflarının da lehlerine yazıldığı serabına kapılmasınlar, çünkü gerçeklerin ortaya çıkması için artık yatsıyı bile beklemeye gerek kalmıyor.
PKK’ya STK muamelesi yapan bir söylemle Türkiyelileşilmeyeceğini anlamadığı müddetçe hem HDP hem de “Erdoğan’ı başkan yaptırmayacağız” koalisonu Türkiye’ye büsbütün Fransızlaşacaktır.