Kemal Kılıçdaroğlu uzun süredir gözümüzün içine baka baka, küfür, hakaret ve tehdidin tonunu her salı artırmak suretiyle cinnet siyaseti yapıyor. Yıldönümünü, üzerimize boca edilen küfür ve hakaretlerden algıladığımız Gezi kalkışmasından bu yana Kılıçdaroğlu CHP’nin başına getirilmesinin borcunu ödüyor. Toplumu kutuplaştırıyor, tabanını nefretle zehirliyor. Hrant Dink’in “Ermenilerin damarında dolaşan zehir kan” diye bahsettiği şey gibi Kemal Kılıçdaroğlu da toplumun bir kesimine nefret zerk ediyor. Özellikle de mezhebi farklılık gibi sekter solculuğun tüm yıkıcı unsurlarını kullanıyor, şiddete, kan ve teröre meşruiyet atfediyor.
CHP’nin, savcı M. Selim Kiraz’ın katilini kayıran, Kandil’den ucu yanık mektuplar alan bir partiye dönüşmesi sürecinde son sahne, terör destekçisi vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına hayır demek oldu.
İş referanduma giderse halimiz nice olur korkusuyla son anda parmak hesabı yapıp yeter miktar evet oyu atsalar da CHP, PKK’ya silah taşıyan, Ankara’da 29 kişiyi katleden canlı bombanın cenazesinde terör propagandası yapan vekillerin (Kılıçdaroğlu’nun çok sevdiği tabirle) önüne yatan parti olarak tarihe geçti.
Geçmiş olsun!
***
Önceki gün Cumhuriyet Gazetesi’ndeki röportajında Selahattin Demirtaş, Kılıçdaroğlu’nu düştüğü bu elim durumdan kurtarmak için “Genelkurmay’dan talimat almakla” bile itham etti. Hala askerin lafını dinleyen, “emret komutanım” diyen bir Kılıçdaroğu imajı belki gizleyebilir CHP’nin PKK’ya yardım ettiği gerçeğini.
Mantık bu olsa gerek.
Cumhuriyet’in artık CHP-FETÖ-PKK ortak yayın organı olduğunu, bu troykanın Türkiye’nin başına açtığı belaları saymaya herhalde gerek yok.
Demirtaş’ın CHP’yi kurtarma telaşı ise muhtemel erken seçim hazırlığı mı acaba?
Birlikte iyi salladıkları partiyi düştüğü PKK çukurundan çıkarmak için uzatılmış bir dost eli mi Demirtaş’ınki?
Ne dersiniz?
Nahda CHP’leşiyor mu AK Parti’leşiyor mu?
Tunus’taki Nahda Partisi, 22 Mayıs’taki Genel Kurulu’nda hem genel başkanını yeniden tayin etmiş oldu hem de ‘davet’ ve ‘siyaset’i birbirinden ayırma kararı aldı. Nahda, Arap Baharı’nı başlatan 14 Ocak devriminden sonra tabiri caizse ip üstünde siyaset yaptı ve parlamentoda kalmayı başardı. Tıpkı Mısır’da olduğu gibi selefi gruplar Nahda karşıtı bir pozisyon aldı. Suudi Arabistan’ın eli olduğu düşünülen siyasi cinayetlerle köşeye sıkıştırıldı Nahda.
Gannuşi’nin başarısı kadrolarını siyasi yasaklı hale getirmeden süreci yumuşatmayı başarmak oldu. Geriye dönüp baktığımızda Tunus’ta değişim sürecinin daha yeni başladığını söyleyebiliriz.
Türkiye’nin bile fevkinde yasakçı laiklik uygulamaları toplumda dini kesimlerin radikalleşmesine zemin hazırlamış, Müslüman toplum örgütlendiği an hapse atıldığı için ancak yer altında kendine varlık alanı bulabilmişti.
14 Ocak devriminden sonra Nahda toplumsal karşılığıyla uyumlu bir siyasi güç kullanamasa da bu süreci tedrici bir değişimin başlangıcı olarak yönetmeyi bildi.
Şimdi ise siyasi parti ile İslami daveti birbirinden ayırmak suretiyle Tunus siyasetinde uzun dönemli bir değişimin aktörü olmaya soyunuyor Nahda.
Bu dönüşüm Türkiye’den bakan şaşı gözlerin tespit ettiği gibi Nahda’yı Burgiba’nın dediği yere getirmiyor. Habib Burgiba evet bir Atatürk hayranıydı, Tıpkı Türkiye’de Atatürkçülük adına Müslümanlara yapılan zulümler gibi o da Fransız efendilerinin izinden giderek halkına Tunus’u dar etmişti.
Nahda’yı büyüten ve bir siyasi güç haline getiren de Burgiba ve ardıllarının katı laiklik uygulamaları oldu.
Nahda davet ve siyaseti ayırarak Tunus’taki selefi partilerin ve belki de kendi içindeki selefilerin de tepkisini çekecek bir adım atmış oldu. Ama bu Nahda’yı CHP’leştirmez. Olsa olsa AK Parti’leştirir. Masa başı pop-sosyolog-köşe yazarı tespitleri de üzerine gün doğmadan çöpe gider.