Demirtaş’ın ergen bir dil ve psikoloji ile stand-up tadında ilan ettiği “Sayın Recep Tayyip Erdoğan; HDP var oldukça, HDP’liler bu topraklarda nefes aldığı müddetçe sen başkan olamayacaksın. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız” sözleri, bir pazarlık itirafından başka bir şey değil. İronik olan ise daha on ay önce ‘CHP ile pazarlık yaptıklarını itiraf etmiş olan’ Demirtaş’ın, “Biz bir pazarlık hareketi, pazarlık partisi değiliz. AKP ile aramızda kirli bir pazarlık olmadı, asla olmayacak. Kirli bir alışveriş, işbirliği asla olmadı, asla olmayacak” demesi.
HDP’nin Türkiye partisi olmak üzere yola çıkıp, gelinen noktada bütün Türkiye’den aldığı %52 oyla ilk turda seçilmiş Erdoğan’ı ‘başkan yapmayacağız’ düzeyinde bir nihai hedefle olabileceği tek şey, ‘projeden’ başka bir şey değildir. Projenin olduğu yerde ise ‘pazarlık’ en sıradan başlıklardan birisine dönüşür. Hatta ‘pazarlıklar mı projeyi vücuda getirir, yoksa projelerden mi pazarlıklar ortaya çıkar’ tartışması önümüze gelir ki, işin içinden çıkmanın kolay olmadığı bir durumdur.
Demirtaş’ın ‘Erdoğan’ı başkan yaptırmayacağız’ çıkışı açık ve kapalı bütün pazarlıklar için şartname ihalesinden ibarettir. Kaldı ki, yüzde on seçim barajını geçme düzeyinde siyasi hedef çıtası olan bir parti, hiçbir siyasi analize ihtiyaç duyulmadan, koyduğu hedefe dair yapılacak ilk değerlendirmede ‘pazarlıklar ve ittifaklar’ etrafında kalmaya mahkûmdur. Bu durumu ise rock konserlerindeki motivasyon sloganlarını aratmayan siyasi çıkışlarla telafi etmek mümkün değildir.
Çoğu kez ‘siyasal düşmanı eksen’in rahmine dönüşen insan hakları dünyasının şikâyet diliyle siyasallaşmasını tamamlamış bir ismin, bu türden çıkışlar yapmasında garip bir durum yok. Aksine çok daha ilginç, apolitik, tutarsız çıkışların gelmesi beklenmelidir. Sorun; Demirtaş’ın ‘eş başkan’ olarak başladığı süreci, uzun bir zamandır paralel-başkana dönüştürme girişimidir. Çözüm Süreci’yle birlikte önce İmralı ardından da Kandil’e nazaran ‘paralel’ hareket etmeye başlayan Demirtaş, Cumhurbaşkanlığı Seçimleriyle başlayarak, Ekim olayları sırasında bu durumu zirveye çıkarmaktan imtina etmedi. Hâl bu olunca, siyasi iletişimi siyaset zanneden sol-liberallerin rehberliğinde, ‘en hızlı laf sokan adam’ profiliyle bütün Türkiye’yi kucaklamayı düşünecek kadar naif olmalarına şaşmamak lazım. Bu elbette bir tercih. Tutarsa siyasi başarı, tutmazsa bir meslek bile kazanmış olabilirsiniz.
Lakin gerek Çözüm Süreci gerekse de 2015 Seçimleri, hem Türkiye hem de siyasi partiler açısından ‘slogan atan ergenlerin düzeyini’ fazlasıyla aşacak kadar yakıcı neticeler üretme potansiyeline sahip. Özellikle Çözüm Süreci, aynı anda başka başkentler ve onlar adına vekâleten var olan aktörlerin saldırılarından korunması gereken bir ‘yüzyıllık barış ve kardeşlik projesi’ olmalı. Böylesi değerli bir girişimi her tarafından proje kokusu gelen girişimlere karşı muhafaza etmek, ciddi her bir aktörün görevi olmalıdır.
Bir başka trajik durum ise asırlık mağduriyetler bir yana, sadece 1980’lerden itibaren Türkiye’ye ama özellikle de Kürtlere reva görülen onca zulmün içerisinden çıkan bir hareketin, dönüp dolaşıp geldiği yerin, vesayet rejimini unutup AK Parti takıntısına ram olmasıdır. Dün ‘muhtar olamaz’ pozisyonunu dolduran tetikçilerin yerine ‘Erdoğan başkan olamaz’ düzeyiyle vesayet rejiminin artıklarına sigorta poliçesi pazarlamacısı pozisyonuyla talip olunmasıdır. Bu durumun kripto İslamofobik kökenleri bir yana; beşinci sınıf mahalle baskısı altında gerçekleşmesi ise kelimenin tam anlamıyla acınacak hale işaret ediyor.
Demirtaş profilinden ortaya çıkan manzara, tüm bu açılardan hiç de iç açıcı değil. Zira Demirtaş, sürekli negatif gündeme sahip, Erdoğan nefretiyle beslenenlerin sofrasından kalkamayan, Türkiye’de ve bölgemizde yaşanan büyük dönüşümü ve krizleri sol-liberal şablonun dışında okuyamayan, seküler bir dünyanın içerisinde Kürtleri konumlandıran, AK Parti’ye karşı başka başkentlerle beraber ‘anti-emperyalist’ mücadele verdiğini düşünen, otuz yıldır akan kanın ortaya çıkardığı neticelerin ciddiyetini idrak edemeyen bir portredir.
Eğer Demirtaş’ın ‘Erdoğan’ı başkan yaptırmayacağız!’ ilanı HDP’nin seçim beyannamesinin de hülasası ise ortaya çıkan tek şey karşımızda bir proje olduğudur. Bundan sonrası için hayati soru; mezkûr proje başlığının hızla dönüşerek ‘Çözüm Süreci’ni engelleyeceğiz!’ olup olmayacağıdır. Demirtaş, Ekim olayları sırasında ortaya koyduğu performansla, bu başlığa dair neler yapabileceklerini göstermiş oldu. Dolmabahçe Mutabakatına karşı ‘ergen mızmız tavrıyla’ ise pozisyonunda bir değişiklik olmadığını ilan etti. Şimdi de bu pozisyona destek ihalesine çıkmış durumda. Türkiye’den ve dışarıdan yeterince destek bulacağına şüphemiz yok. Merak edilen, ‘paralel başkanlığa’ terfi eden Demirtaş’ın ‘eş başkan’ meslektaşlarının nerede durduğudur? Mesela, Demirtaş için de bir ‘izleme komisyonu’ kurmayı düşünüyorlar mı?