Zeki Demirkubuz’un beklenen Kor filmi ilk gösterimini İstanbul Film Festivali’nde yaptı, bu hafta ise vizyona girip izleyiciyle buluşacak. Yönetmenin Yeraltı filmiyle attığı adımı Kor ile geri çektiğini görüyoruz.
FİLMİN KÜNYESİ
Yönetmen: Zeki Demirkubuz
Senarist: Zeki Demirkubuz
Oyuncular: Aslıhan Gürbüz, Taner Birsel, Caner Cindoruk, İştar Gökseven
Yapım: 2016, Türkiye
Zeki Demirkubuz Türk sineması sanat filmlerinin karanlık yüzüdür benim için. Karanlık dememin sebebi hikayelerinin kahramanlarının hayatın gölgelerinde yaşamayı seçmesinden ileri geliyor. Hepsi kaybeden, hayatın çamuruna bulanan hatta insani zayıflıklarıyla yoğrulan karakterler. Özellikle 1990’ların başından itibaren ve 2006’daki Kader’e kadar filmlerindeki karakterleri böyle tanımlayabilirim. Daha sonra gelen Kıskanmak ise yönetmenin dönem filmi yapması sebebiyle kendi çizgisinin dışına çıktığı bir filmdi. Ben festivalde seyrettiğim Kıskanmak’ı çok sevmesem de bir yönetmenin derin denizlere dalması olarak görüp bir arayış ve değişiklik ihtiyacı olarak algıladım. Sonra gelen Yeraltı ise bambaşka bir şeydi. Bütün filmleri içinde en şahsi olanı ve sinemacılığının üst zirvesiydi. Onun olgunlaşan sinemasının bir ürünüydü. Fakat ne olduysa ondan sonra oldu. Demirkubuz’un bir tatminsizlik yaşadığını düşünüyorum. O filmi daha önceki karanlık karakterlerine bir ihanet olarak mı gördü acaba yönetmen bilemiyorum ama son iki filmindeki keskin dönüş bir şeyler olduğunu düşündürüyor. Geçen yıl vizyona giren Bulantı filmini çok eleştirdim. Demirkubuz kendi tarzının tutsağı olmuş ve iyi sinema yapmanın gereklerini yerine getirememişti. Fakat birkaç röportajında ‘Benim asıl filmim Kor, onu bekleyin’ deyince büyük bir beklentiye girdim. 145 dakika süren film, yönetmenin 90’lara dönüş çabasıydı. Uzun planlar, kapıların camlarından yansıyan görüntüler, televizyon ekranındaki akisler, her şey ben Demirkubuz filmiyim diyor. Ama yönetmen bunun üstünde o kadar duruyor ki senaryonun açıklar verdiğini göz ardı ediyor.
Demirkubuz’un kadın problemi
Filmin bir yerinde Emine kocasına gidip ayrılmak istediğini söylüyor, koca Cemal ise kabul ediyor. Emine hemen sevgilisi Ziya’nın arabasına dönüyor ‘Boşanmayı kabul etti’ diyor. Ziya’nın ‘Yok etmemiştir’ falan gibi saçmalamalarıyla gerilimi ayakta tutmaya çalışıyor. Ne oldu? Bir gün sonra Cemal vazgeçtim mi dedi? Niye boşanmayıp devam ettiler? Bunların cevapları yok. Zaten öykü de bilindik bir öykü. Kendi içinde yeni hiçbir şey sunmuyor. Konfeksiyon işçisi Emine beraber çalıştığı Cemal ile evlenir. Bu arada konfeksiyonun sahibi Ziya’nın da gönlü ondadır. Cemal, Ziya’nın iş yerinden ayrılıp kendi imalathanesini kurar fakat sonunda iflas eder. İşlerini düzeltmek için Romanya’ya gider ama orada da tutuklanır. Tam bu sırada Emine oğlunun kalbinin delik olduğunu öğrenir. Acil ameliyat olması gerekmektedir. Ziya bu yokluktan yararlanıp hem çocuğun ameliyatını yaptırır hem de Emine ile bir ilişkiye girer. Cemal ise bütün bu olayların ortasında geri döner. Oğlunun ameliyatını Zeki’nin yaptırdığını öğrenince durumdan şüphelenir ve üçlü arasında gerilimli bir ilişki ortaya çıkar. Filmin finali ise hiçbir bakış açısına hizmet etmeyen, bütün suçu hayatın rutinine yüklemeye çalışan bir kolaycılıkla son bulur. Böyle gelmiş böyle gider tavrından gerçekten bıkmadınız mı? Emine karakterini canlandıran Aslıhan Gürbüz anlamlı bir yüzü olan oyuncu. Demirkubuz bu yüzdeki güzelliği ve kırılmışlığı kullanmaya çalışıyor. Bu yolda o kadar ileri gidiyor ki Emine karakterinin insani özelliklerini bize hiç göstermiyor. Demirkubuz’un genelde kadın karakterlerinin problemi bu. Öykünün odağında yer alsalar da sadece cinsel bir meta olmaktan öteye gidemiyorlar. Bence Demirkubuz’un en büyük çıkışsızlığı da bu zaten.