Türkiye’nin etrafındaki gelişmeler hız kazandıkça, yakın geleceğe ne kadar hazırlıklı olduğumuz sorusu daha önemli hale geliyor.
Kürt lider Mesut Barzani’nin Türkiye ziyaretinin ardından konuşulanlar, tam da bu duruma örnek teşkil ediyor. Barzani’nin Ankara için ne anlama geldiği konusunda kafalar hala karışık. Dahası, bölgedeki bazı gelişmelerin kelimenin tam anlamıyla ‘acelesi’ var. O nedenle kafa karışıklığının ya da tereddütlü olmanın zamanı değil.
Özal’ın tasfiyesi
Düne kadar Ankara’yı etnik temelli birtakım yanlışların içine sürükleyen anlayışla, ne Barzani’yi, ne de bölgedeki muhtemel gelişmeleri konuşmak mümkün. Irak’ta en az Türkmenler kadar, Kürtlerin de tarihimizin ve doğal sınırlarımızın bir parçası olduğunu reddeden politikalar, bize çok pahalıya mal oldu. Dahası bu politika, Kürtlerin yanı sıra Türkmenleri de kaybetmemize neden oldu.
2006 itibarıyla Türkiye’nin bu konuda yeni bir politika inşa etmesi, bunu Milli Güvenlik Kurulu başta olmak üzere üst düzeyde ele alması ve yeni bir ‘devlet politikası’ kurgulaması, yavaş yavaş sonuçlarını vermeye başladı. Kuşkusuz Irak’taki Kürt liderlerle Turgut Özal döneminde başlayan süreç devam edebilseydi, bugün Ankara’nın eli çok daha güçlü olabilirdi. Ama o günler geride kaldı.
‘Devletin çivisinin çıktığını’ düşünen bir el, önce Turgut Özal’ı, ardından onun eliyle başlatılan bölgesel politikaları tasfiye etti. Bugün konuyu ‘Özal, hadi gidelim Musul’u alalım diyordu’ şeklinde vulgarize edenler, sonrasında Türkiye’nin ödediği faturanın da gerçek sorumlusudur.
Şu günlerde devam eden 28 Şubat soruşturmasını hepimiz yakından izliyoruz. Nereye kadar uzanır bilemem. Nereye kadar gidecekse oraya gitmesini de en fazla isteyenlerdenim. Ancak herkesin vicdanında mahkum olan gerçek aktörün Süleyman Demirel olduğu gerçeği asla değişmeyecek.
Demirel, Türk devlet sistemi içinde statükoyu filan değil, kelimenin tam anlamıyla ‘tefessüh’ü, çürümüşlüğü ve kokuşmayı temsil eder. Darbelerin, muhtıraların ardından önce gönderilip sonra geri getirilen Demirel, her defasında yeni bir ‘aldatma’nın ve Türkiye açısından da ‘aldanma’nın mimarı olmuştur.
28 Şubat’ın mimarı
28 Şubat, Süleyman Demirel’in devlet içinde ipleri büyük ölçüde ele geçirip adeta intikam alırcasına her şeyi alt üst ettiği dönemin adıdır. Ancak Demirel, ne yazık ki bundan daha fazlasıdır.
Bunu görmek için Turgut Özal’ın öldürülmesinin ardından ortaya çıkan Türkiye manzarasına, sözüm ona terörle mücadele adına yapılan hukuk ve akıl dışı uygulamalara bakmak yeterlidir.
Bugün sadece ülke içinde değil, Suriye ve Irak’ı içine alan geniş coğrafyada Türkiye’yi esir alan Kürt sorununda ve dökülen bunca kanın, çözümsüzlüklerin, devlet içinde devlet olma iddiasındaki yapıların ardında Demirel ve onun zihin dünyası vardır.
En kötüsü de şu: Mesut Barzani’nin Türkiye ziyareti sonrasında hala Demirel zihniyetiyle tepki verenler, bunun gerçekte ne anlama geldiğinin farkında bile değil. Köprünün altından çok su aktı, bölgede şartlar değişti. Türkiye, bu yeni tabloyu soğukkanlı bir okumayla yönetmek zorunda.
‘Peşmerge geldi’ ya da ‘Kürt meselesini Barzani’ye konuşmak ihanettir’ gibi sözlerin sahipleri, sistem içinde yuvalanmış Demirel güçlerini harekete geçirmeye çabalıyor.
Bir daha bu tuzağa düşmemeli Türkiye, düşemez. Şunu da unutmayalım, aradan geçen bunca zamana ve devam eden hesaplaşma sürecine rağmen ‘Demirel Türkiye’sini tasfiye edebilmiş değiliz. Medya ve sermaye çevrelerinin yanı sıra özellikle bürokraside bu anlayışın hala çok etkin olduğunu dikkate almak zorundayız.
Çözümsüzlüğü besleyen aktörlere ve onların zihniyetine yeterince sabretti Türkiye. Gün onlarla hesaplaşma günüdür.