Suruç’ta yaşanan elim hadise bir kez daha gösterdi ki, PKK’nın bölgede seçmen üzerindeki baskısı devam ediyor.. Evet kimse seçmenin alnına silah dayayıp basacağı mührü dayatmıyor. Ya da elindeki pusulayı alıp PKK karargâhlarında evvelden belirlenmiş adayların ya da partinin üzerine mühür basmıyorlar.. Bunlar çok şükür ki çukur kepazeliğinin güvenlik güçlerimizce bastırılmasının ardından tarihe karıştı.. Amma Suruç’ta seçim çalışması yapan AK Partilileri hedef alan PKK’nın cinayetleri bir kez daha gösterdi ki, örgüt, dağdan gelen talimatla, kimseye özgür bir seçim çalışması yaptırtmıyor.. Sadece o da değil.. Bakın CHP ve HDP, Yüksek Seçim Kurulu’nun aldığı sandık taşıma ve birleştirme kararına tepki gösteriyordu.. ‘Seçim güvenliği ve seçmenlerin hür iradeleriyle oy kullanabilmesi’ amacıyla alınan bu kararın, ne kadar yerinde olduğu bu son hadiseyle birlikte bir kez daha anlaşıldı.. Artık itiraz ederken bir daha düşünür CHP..
Hayır bayım kaçmak yok, bakacaksın o gözlere!
Sapanca’da bir yavru köpeğin patileri kesilerek ölüme terk edilmesi, basit sıradan bir olay değil.. İnsanoğlunun, yeryüzüne inmiş en vahşi yaratık olduğunun belgesi.. Bazen ‘Vahşi Yaşam Belgeselleri’ adı altında filmler gösterilir biliyorsunuz televizyonlarda.. Oysa onun aslı ‘doğal yaşam’dır.. Büyük balık, küçük balığı karnı aç olduğu için yer.. Zevk için değil.. Psikopatlık olsun diye değil.. Peki, bu bebeğin patilerini kesen adam, hangi motivasyonla yaptı bunu?.. Üç gündür etrafımda şu tür tepkiler görüyorum; “.. ayy ben bakamayacağım…” Yook öyle kaytarmak.. Bakacaksınız.. O bebek köpeğin son gün çekilen o fotoğrafına bakacaksınız arkadaş.. Ve aklınızda acı çekerek öldüğü fikri hep olacak.. Biz böyle bir millet değildik.. Eti yenmeyen hayvanları öldürmenin suç olduğu, mancacılar eliyle sokak hayvanlarının nasibinin verildiği bir gelenekten geliyoruz.. Daha Avrupa, hayvan haklarının ne olduğunu bilmezken biz hayvan hastaneleri kurmuş, vakfiyelerde başıboş hayvanlar için fon ayırmışız.. 1910 Hayırsız Ada Sürgünü’ne nasıl ağlamışsak milletçe, Sapanca’da ölen bu yavru köpeğin gözlerine de bakıp bakıp ağlayacağız.. Yapacak bir şey yok..
Yahya Kemal’in İstanbul’a tepeden baktığı yer neresi?
Önümde Yasemin Kumral’ın ‘Bir İstanbul Varmış’ kitabı.. Pikapta Yasemin Kumral 1973 ‘Ağla ağla’ 45’liği.. Sıra ‘Aşkını Söyle’ yüzüne gelmişti Yakacık’la ilgili bölüme geçtiğimde.. Bir Yakacık sevdalısı olarak her satırını hissede hissede okudum kitabın.. Ve enteresan bir şey öğrendim.. Meğer Yahya Kemal de bir Yakacık tutkunuymuş.. Babası Muhtar Kumral’ın dostlarından bahsederken konu, Yasemin Kumral’ın da hayranı olduğu Yahya Kemal’in Yakacık sevdasına geldi bir şekilde.. Ve kitaptan öğreniyoruz ki, Emirgân’daki çınarların altından ses veren Yahya Kemal, meğer zaman zaman İstanbul’un balkonu Yakacık’a kaçar gelirmiş.. Hatta Yasemin Kumral’ın babasından naklettiğine göre, zaman zaman Hüseyin Zekai Paşa’nın ‘Yakacık’ tablosunu yaptığı tepeden İstanbul’u seyrederlermiş birlikte..Bunu öğrenince insan ister istemez, acaba ‘Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul.. Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer…” dediği o tepe ‘Yakacık mı acaba?’ demeden edemiyor.. Son zamanlarda en keyifle okuduğum kitap yarı hatırat niteliğindeki ‘Bir İstanbul Varmış’.. O ‘duygu insanı’ Yasemin Kumral’ı besleyen ‘İstanbul’u anlamak için, müthiş bir çalışma olmuş.. Tavsiye ederim..