Türk futbolunda “Paçaları tutuşunca oynamak” gibi, garip bir gelenek var. Tembel işi... 1.5 saatlik uzun maç süresi içinde, “Bir şekilde gol atarız” düşüncesindeki bazı takımlar; bu yüzden 0-0’lık geçen süreleri, mümkün olduğunca idare ederek geçirir. Gol yiyince ya da maçın sonu yaklaştıkça mecburen tempo yükseltirler. Böyle bir oyun anlayışı Alman ya da İngiliz liglerinde “Modası geçmiş, hatta çağ dışı” olarak algılanır.
Mesela Premier Lig’in esası “Dakika bir dakika doksan, tam saha ve tam süre” maçın içinde olmaktır. Süreyi tamamlama ya da Türk usulü enerjiyi ekonomik kullanma gibi bir dertleri yoktur. Maça çıktılar mı, deli danalar gibi koştururlar. Sanırsınız ki, son nefeslerini sahada verecekler. Biz de böyle bir futbol yoktur. Her işimizde olduğu gibi, kaytarmacılık yanımız her koşulda ağır basar... Daha baştan dedim ya, “Paçalar tutuşunca” işin ciddiyetine varırız. Ama çoğu zaman iş işten geçer..
***
Beşiktaş da dün; kendilerinin bazı maçlarda, diğer Türk takımlarının neredeyse her maçta başvurduğu, “Dostlar alış-verişte görsün” kıvamıyla oyuna girdi. Düşünün; ilk yarı içinde Beşiktaş’ın en güzel gol organizasyonu, İsmail için çalınan ofsayt düdüğü ile kesildi. Başka ne vardı derseniz, yok!
İsmail Köybaşı’nın yaptığı işlerin olumluluğu tartışılır ama; olumlu işler yapmak için her tarafa koşturması, saygıyı hakediyor. Bu gibi durumlarda “Bal yapmayan arı” ifadesi kullanılır. Fakat bu çocuk, en azından bir kavanozluk reçel yapmıştır.
Gene de Karabük maçının ilk yarısı; yağmur yemiş kiraz ağacına döndü. Ürün kurtlanmak üzereydi.
Ama elinizde Demba Ba gibi, iyi futbolcu olmaktan çok önce iyi bir insan olan bir değerin varsa, onlar aradan fırlar ve takımı olası bunalımdan çıkarır. Seni, daha “Paçalar tutuşmadan” kurtarır.