Büyük maç bayram öncesi başladı.
Maç ne kadar sürer, bilemiyorum; daha da önemlisi, sonuçlanır mı, bundan da çok emin değilim.
Maç büyük ihtimal karakolda bitecek, bundan da takımlardan biri, güçlü, örgütlü, oligopolcü olanı kazanacak.
Takımlardan biri Türkiye’de faaliyet gösteren bankalardan müteşekkil; teknik direktörü de TBB (Türkiye Bankalar Birliği).
Rakip takım ise Türkiye bankacılık hizmetleri tüketicilerinden, yaklaşık 55 milyon kredi kartı sahibinden, bankalardan kredi kullananlardan oluşuyor; görünürde bu ikinci takımın teknik direktörü de Gümrük ve Ticaret Bakanı Sayın Hayati Yazıcı.
Birinci takım, bankalar takımı, sayıca küçük, eleman sayısı az ama pazarlık gücü, her gücü çok yüksek bir takım; bu takımın simgesi Deli Dumrul.
İkinci takımın seyircisi, destekçisi çok, adeta tüm Türkiye nüfusu ama bu takımın pazarlık gücü az, teşkilatlanması da çok zayıf.
Bu ikinci takımın, yani tüketiciler-yurttaşlar takımının en büyük handikapı ise teknik direktörünün öbür takımın yöneticileriyle de ilişkisinin biraz fazla sıkı fıkı oluşu.
Yani bu teknik direktör tüketiciler takımını her an şaşırtabilir; gerekçesi de hazır: Onlar da bizim mahallenin çocukları, aramızda ayrı-gayrı mı olur.
Konu sıradan bir konu, bankaların kimi Deli Dumrul* uygulamalarının engellenmesi değil.
Meselenin hem demokrasi hem de iktisat teorisi için çok önemli, aydınlatıcı yanları var ve olacak.
Meselenin demokrasi açısından önemi çok geniş ama örgütsüz bir kitlenin, tüketicilerin, bir avuç oligopolcü banka karşısında gücünün sınanması, gerçek pazarlık kabiliyetinin gözükecek olması.
Konu iyi iktisatçılar için de son derece ilginç.
Bu mesele Türkiye bankacılık hizmetleri sektörünün oligopolcü yapısının analizi için mükemmel bir örnek olay; senelerce mikroiktisat, finansal piyasalar derslerinde teşrih masasına yatırılabilecek bir konu.
İktisatçılar için çok daha önemli ikinci mesele ABD’li ünlü iktisatçı Mancur Olson’un (1932-1998) geliştirdiği “Logic of Collective Action” yani kolektif eylemin mantığı konusu. Olson’un analizine göre küçük ama örgütlü lobi grupları çok daha geniş ama örgütsüz kesimlerle siyasi, ekonomik bir konuda çatıştığı zaman kazanan daima küçük ama örgütlü lobi grubu oluyor; bunun mantığını da Prof. Olson çatışma konusunun küçük ama örgütlü gruba getirisinin büyük, çok geniş kesimlere maliyetinin ise toplam olarak büyük ama bireysel bazda küçük olması ile açıklıyor.
Sayıca küçük ama büyük kazanç/rant elde eden kesim sonuna kadar direnirken, kayıpları toplam olarak çok büyük ama bu büyük kaybın kişisel baza az yansıdığı geniş ve örgütsüz kesim bir aşamada mücadelede havlu atıyor, işi oluruna bırakıyor.
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı bankacılık kesiminin Deli Dumrul uygulamalarına karşı 31 başlıkta bir düzenleme getirmek istiyor; bu 31 düzenleme de hayata geçerse küçük sayıda oyuncudan oluşan bankacılık kesimi önemli ölçüde zarara uğrayabilir, bu nedenden çok güçlü ve inatçı bir direniş gösterecekler, aba altından faiz sopasını, başka sopaları gösterecekler, zaten gösterdiler de.
Bankacılık hizmetleri tüketicileri kesimi ise, sayısı adeta nüfusumuz ile örtüşüyor, çok geniş bir kesim ama bankacılık kesiminin uğrayacağı zararın bu ikinci kesimde kişi başına yansımasına baktığınızda çok yaşamsal durmuyor, bu nedenden de tüketiciler kesimi mücadelede her an havlu atabilir, çok inatçı davranmayabilir.
Kazanan da yine küçük ama örgütlü lobi grubu bankacılık olur.
Türkiye’de hem siyaseten hem de iktisaden çok ilginç bir maç başladı.
Benim öngörüm maçın bir aşamasında sürecin kesileceği, yasa tasarısının kadük kalacağı.
Ya da çok kozmetik bir-iki değişiklikle yetinileceği.
Maç favorisi, plasesi her şeyi önceden belli bir maç.
Mancur Olson büyük iktisatçıdır, kolay kolay yanılmaz.
*Deli Dumrul’un susuz derenin üzerine kurduğu köprüden “geçenden beş akçe, geçmeyenden on akçe” alması Türk halk kültüründe bir deyim haline dönüşmüş durumdadır. Bu ifadeye bazen şu şekilde de rastlanır: “Geçenden otuz, geçmeyenden döverek kırk akçe twitter.com/KarakasEser