Bundan evvelki yazılarımda, yeni cumhurbaşkanının adı sanı nasıl olsa belli olduğuna nazaran artık bu konuda gevezelik etmekden vazgeçerek önümüzdeki ayların hayâtî günden maddelerine yönelmemiz daha iyi olur görüşünü belirtmişdim.
Bu meselelerden biri güney komşularımız Irak’la Sûriye’nin bundan böyle nasıl şekilleneceği ise bir diğeri de Kürd meselesinin nasıl barışçıl ve herkesin içine sinecek bir çözüme bağlanacağıdır ki zâten ikisini ayırmak da pek mümkin gözükmüyor.
Geçen yazımda Irak ve Sûriye hususlarına ağırlık vermişdim. Bugünse biraz Kürd kardeşlerimizden bahsetmek istiyorum.
Bir kere şunu sarâhaten kabûl etmeliyiz ki, neresinde alırsak alalım, Kürd meselesi bizim bir iç meselemizdir ve asıl adının da bir Kürd/Kürdistan Meselesi olarak konulması belki daha doğru olacakdır.
Çünki pek çok Kürd kardeşimizin gönlünde bir “Hür Kürdistan Arslanı” yatdığı da bir vâkıadır.
Bu da gâyet normal bir hisdir, istekdir. Meşrûdur.
Hele hele bâzılarımızca sanki yüz kızartıcı bir suçmuş gibi algılanması saçmadır.
Ben şahsen Türkiye’den bir parça kopmasını derin bir acıyla karşılarım. Hele bir dış güç buna yeltenirse ona karşı canımı dahî fedâ etmekden çekinmeyerek mücâdele veririm ama buradaki durum tabii biraz farklı.
Kaldı ki Türkiye’nin bu şekilde bölünmesi de bence bir kader değildir ve pek çok Kürdün de, sırf mantık yoluyla, yâni duygusal sebebler nazar-ı dikkate alınmaksızın bile, bunu pek istemediğini tahmîn edebiliriz. Zîrâ Kürdler de, tıpkı Türkler gibi, pratik ve pragmatik düşünen insanlardır.
O bakımdan ben öyle sanıyorum ki bizim asıl problemimiz, berâber yaşayıp yaşamamak noktasında değil, berâber yaşama TARZIMIZ noktasında kendini gösteriyor.
Bizim bu husûsa odaklanmamız fevkalâde yararlı olur kanaatindeyim.
Sevgili, Azîz Arkadaşım Rahmetli Örsan Öymen’le bir gün bizim Köln’deki evde oturmuş bu konular üzerine sohbet ederken “Ulan, demişdi, adam bilmemne kasabasındaki meydana dikeceği ağacı bile Ankara’dan soruyorsa nasıl inisiyatif geliştirsin?”
Artık çok şükür o safhayı çokdan geride bırakdık ama sıra henüz gâlibâ kasabanın sinemasında hangi filmin gösterileceğine bizzat karar verme aşamasına da varmadı.
Şu bölünüp bölünmeme konusunda Kürdlere güvenim, sonsuz değilse dahî, güçlüdür diyorum. Çünki birleşik bir toplum olarak, yalnızca yakın çevremizde değil, çok daha geniş bir coğrafyada nasıl kudretli ve istikrar sağlayıp yayıcı bir unsur olabileceğimizi görüyorum.
Daha önce de yazdım sanıyorum ama, et tekrârü min hayrin, güneyimizde Irak, Sûriye, Ürdün, Lübnan ve S. Arabistan gidicidir!
Böylesine sun’î bir şekilde “yaratılan” entité’lerin ilelebed çelik ciğerler altında yaşatılmaları imkânsızdır. Onun için bunlar silinecek ve Arab Yarımadası’ndaki sınırlar tekrar ve bu sefer tabii olarak çizilecekdir.
Ben öyle, birilerinin New York Times’in kulağına fısıldayıp ellerine bir harita tutuşturmalar durumdaki gibi ondört onbeş devletçiğin çıkacağına hiç ihtimâl vermiyorum. Onlara kalsa değil onbeş daha da âlâsı hattâ yirmibeş otuz devletçiğin çıkması elbet çok daha iyi olur, o kadar iyi olur ki tadından yenmez!
Hayır, tam tersine; devlet sayısının azalması ağleb-i ihtimâldir:
Irak-Sûriye-Lübnan-Ürdün, aralarına S. Arabistan’ın kuzey kesimlerini de alarak tek devlet hâline gelirler. Bu arada en kuzeydeki Kürd ve Türk bölgeleri Türkiye’ye katılır.
Rest S. Arabistan’la Körfez Emîrlikleri ise ayrı bir devlet olarak birleşirler ve böylece ortaya sâhiden güçlü iki Arab devleti çıkar.
Diğer gazetelerdeki bâzı gerçekçi arkadaşların kendi sütunlarında kaç gündür kalemlerinin ucunda evire çevire dolandırdıkları, ama bir türlü hamle edip sarâhaten yazamadıkları hakıykat de aynen budur, vesselâm!
HÂMİŞ: Bugünki Ramazan musâhabemize bir anekdotla son verelim mi?
Hayhay...
Delfi Kâhini, Krezus’a demiş ki “Eğer Perslere karşı sefer açarsan büyük bir imparatorluğu yıkarsın!”
Bunun üzerine Krezus ferahlayarak Perslerin üzerine yürümüş.
Ve gerçekden de büyük bir imparatorluğu yıkmış... Kendi imparatorluğunu...