Uzun, epeyi uzun bir süredir yurd dışındaydım.
O bakımdan aylardır bana gönderilmiş bulunan postalara bakamadım. Pek çok değerli çalışmalarını, yeni yayınlanmış romanlarını ve diğer kitablarını da imzâlayarak bana iletmek lûtfunda bulunan bütün okuyucularıma kalbî şükranlarımı sunarım.
Hele içlerinde birkaçı var ki ben de döner dönmez bunları edinip okumak ve bâzılarına dâir de değerlendirmeler kaleme almak niyetindeydim. Kalb kalbe karşıymış misâli onların da beni düşünmüş olmaları beni özellikle duygulandırdı.
Bu yazı biter bitmez okumaya oturacağım!
Herkese tekrar tekrar teşekkürler...
***
“Vaktiyle Bir Atsız Varmış” (Siyah-Beyaz Yayınları, İstanbul) adlı kitabın önsözünde, “Yağmur Atsız’dan da kitabın başına konulmak üzere bir yazı yazmasını ricâ etdik,üstelik iki defâ ulaşmaya çalıştık, ancak kendisi bize dönüş yapmadı...” şeklinde bir ibâre var.
Bana kimse ulaşmaya filan çalışmadı!
İstenseydi tabii ki onlara da yazardım.
Saçmalamışlar...
Üstelik onu yeryüzünde muhtemelen en iyi tanıyan biri olarak içinde benim yazım bulunmayan bir Atsız kitabının eksik, hem de adamakıllı eksik kalacağı besbelli iken...
Nitekim öyle de olmuş.
***
Bir milletin medeniyet seviyesi, diğer kıstaslar meyânında, hayvanlara revâ gördüğü muâmele ile de ölçülür.
Ama her şeyden evvel millet adına lâyık olup olmadığı!
Bu bakımdan alçakça ve vicdansızca, yâni çok atımlı tüfek ve tabancayla, hem de kovalanarak öldürülen leoparın nâmussuz kaatiline “uygun” (!) görülen 430 liralık “cezâ” ne mal olduğumuzun tipik bir göstergesidir.
Sen 54.000 liradan başla ve 24 saatde 430 liraya in!
Bravo!!!
Herife bir de İstiklâl Madalyası taksaydınız bâri!
Ama en azından o 430 lirayı, ilk sekiz ayı ödemesiz 36 ay da takside bağlarsınız herhalde!
Bravo!
Başka ne diyeyim?
***
Millet olabilmenin en önemli bir diğer şartı da anadilini doğru konuşmak ve bilhassa doğru yazmakdır!
Eğer bir memleketde yazar diye geçinenler dahî anadillerinin ırzına geçmekde birbirleriyle yarış hâlindeyseler o ülkede yaşayan insan kalabalığına yüne millet denemez!
Benim gençliğimde illet derlerdi ama bugün o kelimenin anlamını bilen de pek kalmamışdır korkarım ki...
En az beş kere yazmışımdır:
Üst seviyede bulunan bir kimse daha aşağı seviyede bulunan birine herhangi bir şeyi “takdîm” etmez “tevcîh” eder yâhut “verir” yâhut “iletir”!!!
Bu kural, eşit seviyede bulunanlar için de geçerlidir!
O halde Cumhurbaşkanı Gül, başka bir cumhurbaşkanına bir nışan “takdîm” etmez, “tevcîh” eder!
Ayrıca “kitle katliâmı” diye bir kavram yokdur!
“Katl-i âm” zâten umûmî kıtâl/ genel öldürme demekdir.
“Aklı selim olmak” diye bir söz de yokdur. “Akl-ı selîm” sağduyu anlamına gelir. Onun için “akl-ı selîm sâhibi olmak” denilir!
“Kameriye” yerine “kamelya” demek de hıyarlıkdır!
Kameriye mehtablık mânâsına gelen bir kelimedir, “kamer” ay...
Kamelya ise bir çiçekdir! Oğul Alexandre Dumas’nın “Kamelyalı Kadın” (La Dame aux camélias) diye fevkalâde ünlü bir romanı da vardır. Buradaki “roman” ise “Çingene” anlamına gelmez!
Nasıl olsa yine anlaşılmamışdır; haftaya bir kere daha anlatırım...
Hazır açılmışken: Baba Alexandre Dumas’nın en meşhur romanı da “Üç Silahşorlar” (Les trois Mousquetaires) adlı olanıdır.
***
Rahmetli Savaş Ay arkadaşım değildi. Çok yıllar önce bir iki çok kısa ve sathî temâsımız olmuşdu.
Ölümünden sonra hakkında yazılanları okuyunca ne kadar sevilen bir insan olduğunu farkederek ona âdetâ imrendim.
Ben onun kadar sevilen bir insan olabilseydim ağleb-i ihtimâl ölesim gelirdi.
Nûr içinde yatsın!