Beşiktaş’ın son iki haftadaki lig maçlarında yaptığı iştahlı başlangıçlardan sonra, Lokomotiv macerası gösterişsiz/sönük/zevksiz başladı. Konuk takım da buna uyunca, Avrupa Kupası maçına hiç yakışmayacak bir mücadele olmaya başladı.
Düşük tempolu, isteksiz, herhangi bir amaçtan uzak zoraki oyun; haliyle pozisyon da üretemedi. Cılız bir-iki şut dışında, ilk yarıda yaprak kıpırdamadı. Kazanılması halinde grupta liderlik getirecek maç, hiçbir motivasyon nedeni olamamıştı. Lokomotiv Moskova da, Beşiktaş’ın bu gevşek tavrından nemalanmak istemeyen bir havadaydı. Sanki sezon öncesi bir hazırlık maçı oynanıyormuş gibi ağır bir hava hakimdi.
Belli ki; iki taraf da tüm kozlarını ikinci yarıya saklıyordu. Paçaları tutuşunca oynayacaklardı.
***
Son lig maçında varlığı takıma zarar veren ve bu yüzden oyundan erken alınan Quaresma; ikinci yarıyla birlikte oyuna girişi, bu kez kıpırdanışın müjdecisi oldu. Deli-dolu bir kaç sokuluş, arada topuk pası filan derken, maçtakiler bu girişimlerle nihayet uyandı. Oğuzhan’ın uzaktan sert ve şok şutu da, başlarından aşağı dökülmüş soğuk su etkisi yaptı. Böylece futbol, olması gereken doğal atmosferine kavuştu. Derken o müthiş gol geldi.
Quaresma’nın, matkap gibi rakip savunmayı delip geçen şutu; ikinci yarının hemen başlarında ödülü erken getirmişti. Ancak siyah-beyazlı ekip, golden önce de savunma arkasına sıkça adam kaçırıyordu. Buna dikkat etmesi gerekiyordu... Ama tedbir alınmayınca, defansın arkasına aniden adam kaçırarak beraberliği yakaladılar.
***
Sovyet kökenli futbol geleneğinin başında, bu tür goller başrolü oynar. Bu anlarda, beklenmeyen adamların mutlak kontrol edilmesi gerekirdi. Klasik kademe anlayışının dışında, ekstra bir denetim gerekiyordu. Adamlar bunu sıkça denedi, bizimkiler uyanamardı.
Beşiktaş’ın ilk yarıyı boşvermesini de, bir türlü kabullenemiyorum.