2002’den bu yana büyük ölçüde ‘de facto demokratikleşme’ şeklinde tecelli eden siyasi dönüşümün sebep olduğu ‘demokratik fazla’ sorunu ciddi bir kısır döngü ortaya çıkarmaktadır. Müesses nizamın yazılımında yapısal değişim yaşanmadığı sürece, bu orta demokrasi tuzağında patinaj kaçınılmazdır. Türkiye’yi ilginç kılan durum, bütün ülkeyi farklı oranlarda etkilese de, büyük ölçüde muhalefetin patinaj alanlarını doldurmuş olmasıdır. Başka bir deyişle, Türkiye’nin demokratik bir sıçramayı konforlu ve hızlı bir şekilde yapmasının anahtarı muhalefetin de değişim hızına bağlıdır.
Ortaya çıkan demokratik fazla sorunu kısa vadede çözülebilir mi? Eğer çözülemezse en az maliyetle nasıl yönetilir? Birinci sorunun cevabı çok karmaşık değil. Muhalefet başta anayasa olmak üzere, yama teknolojisinden uzak, eski Türkiye türevleri arayışı yerine; doğrudan yeni Türkiye inşasına yönelen bir yaklaşım sergilediği anda çok hızlı bir ivme ile de facto demokratikleşmenin hukuki altyapısı hazırlanabilir. Anayasa yenilenir, mevzuatlar düzeltilir, yargı sistemi reforme edilir, devletin kurumsal dönüşümü hayata geçirilebilir. Bütün bunlar yapılırken, toplumdaki farklılıkların siyasi temsile kavuşması yaklaşımı bile tek başına yapısal dönüşümü sağlamaya yeterli olabilir. Mesela, idari bir mekanizmadan ibaret olan HSYK’da, üniversitelerde toplumda olanın olması tartışmaları ilkel düzeyde bitirmeye yeterli olur.
Asıl meselemiz, yukarıdaki ikinci sorudur. Çünkü Türkiye’deki siyasi ve toplumsal mimari, de facto demokratikleşme trendinin bir süre daha devam edeceğini açık bir şekilde göstermektedir. Bu durumun öncelikle siyasi partiler ayağına göz atmakta fayda var. Türkiye’de ‘kenar sağın’ (İslami hareket) kendisi de dönüşerek, merkez sağı sahneden tamamen indirmesine kadar giden süreç takriben yarım yüzyıl sürdü. Bu süre zarfında sağın yapısal dönüşümü de yaşandı. Kaldı ki, ‘kenar sağın’ dönüşümü kendi içerisinde sağlıklı, tutarlı ve hepsinden önemlisi değişim sancıları sahiciydi. Cari muhalefet ise neredeyse kenar sağın sahip olduğu avantajların hiçbirisine sahip değil.
Öncelikle oldukça derin bir parçalı yapıya sahipler. Merkezin tamamen dışında değiller. Hem merkezde hem de kenarda, hem bugünde hem de geçen yüzyılda, hem elitler içinde hem de dezavantajlı sosyal gruplar içerisinde dinamikleri olan bir sosyolojiye yaslanıyorlar. Siyasal ve bürokratik merkezden son yıllarda uzaklaştılar ama medya ve sermayede merkezde bulunuyorlar. Türkiye’nin coğrafi bölgelerinde oldukça sıkıntılı bir dağılım gösteriyorlar ama ana muhalefet temsiline de sahipler. Bütün bunlar ortaya kaotik bir tablo çıkarıyor. Dolayısıyla ‘kenar sağın’ yükselişine ve dönüşümüne benzer bir hikayenin ortaya çıkması için güçlü sebepler görünmüyor.
2015 sonrası için en gerçekçi senaryo, de facto demokratik fazlanın, mümkün olan en az maliyetle yönetilme sürecine dönüşmesi kuvvetli bir ihtimal olarak önümüze gelecek. Muhalefetin siyasal ve sosyolojik uyumsuzluklarını aşma süreci bu durumda en etkili faktör olacak. Muhalefetin sosyolojik, siyasal ve ekonomi-politik bir insicam yaşama süreci kendi içerisinde belli kırılmaları, özellikle yol ayırımlarını vücuda getirmesi mukadderdir. AK Parti, muhalefetin kırılmalarını yeni Türkiye adına gözetleyerek, azami düzeyde kullanmayı başardığı oranda, demokratik fazla sorununu yönetilebilir düzeyde tutmayı başarabilir. Bunu yaparken kendi üzerine düşen değişim ivmesini koruması elzem.
CHP kurultayı sonrası ortaya çıkan tabloya bakılırsa, muhalefet, temel siyasal sorunlar yokmuş gibi davranarak bireysel ekonomi-politik sancılarına bina edilen bir söylemi merkeze almayı düşündüğü anlaşılıyor. Buradan çıkacak iki netice olabilir. Birincisi, eski Türkiye’nin siyasal travmalarına gözlerini kapayarak, yüzleşmekten kaçınarak zaman kazanmayı hedefleyebilirler. Siyasalı, siyasal iletişimle ikame etme girişiminden başka bir yere demirlemeleri mümkün olmayacak. İkincisi ise travmatik bir şikayet dili ortaya çıkmasıdır. Her iki unsurun, ancak belli cemaat psikolojilerine hitap etmekten öte gideceği bir yer bulunmuyor. Bu durum AK Parti’nin işini seçim demokrasisi bağlamında kolaylaştırırken, Türkiye’nin yapısal sorunlarına dair yükleri de yalnız başına taşıma sürecini uzatacağı anlamına geliyor.