Ruhumuzun depremi artarak devam ediyor.
Yemyeşil simalarıyla tanıdığımız, bolluğun, bereketin diyarları, güzel beldelerimiz deprem altında kaldı. Karardı, soldu, soğudu, kalbi durdu şirin beldelerimizin. Kahramanmaraş, Malatya, Adıyaman, Gaziantep, Hatay, Diyarbakır, Şanlıurfa, Kilis, Osmaniye, Adana... Bizler de bu şehirlerimizle birlikte ağlıyoruz... Anneannem, gök gürültüsünden korktuğumuzda, her şehri bekleyen-kollayan bir meleğin olduğundan söz ederdi bize küçükken... Korkumuzu dağıtmak için söylenmiş bu eski sözlere dayamak istiyorum sırtımı. O melekler nerede? Belki de ağlıyorlardır şimdi, bekledikleri şehirler hak ile yeksan olurken... O melekler şimdi nerede?
Melek değiliz, insanız işte! Ama insanoğlunun da bambaşka bir hasleti var. En güç koşullarda bile hayatı iyilik, dayanışma, merhamet, azim ve direnç üzerinden devam ettirme çabasıyla ilgili bir şey bu... Hayata sarılmakla ilgili ve insanı insanın yurdu eyleyen bir sarılış bu. İyiliğin, her daim kötülükten daha çok olduğunu bilmekle, insani dayanışmanın bir halkası olmakla sarıyoruz ancak yaralarımızı...
Yine saracağız inşallah.
İnşallah en kısa zamanda koordinasyon ağlarımız işlemeye başlar. Henüz şok dalgası içindeyiz, bununla birlikte hem devlet, hem de sivil toplum ve fert ferde bir dayanışma da kurulmaya başlandı. AFAD, Kızılay, UMKE, İHH gibi kurumlar tecrübeli adımlarla sahaya indiler. Belediyeler, valilikler, bakanlıklar bölgeye koştular. Lakin hava muhalefeti ve deprem afetinin 10 ayrı ilde aynı anda vuku bulmuş olması, işleri epey zorlaştırıyor. Bazı illerde afet sonrasını yönetecek kişiler bile enkaz altında kalmış durumdalar...
Durum böylesi ağır bir tablo çizmişken, afet bölgelerinde 3 aylığına olağanüstü hal ilan edildi. Bu karar hem acil güvenliği sağlamak, hem de organize yardım ve desteklerin hızla koordinasyonu açısından hayati değer taşıyordu. İnsan hakları ve hürriyetleri konusunda hassas birisi olarak olağanüstü hallere her zaman mesafeli durmuşumdur, lakin bu seferki bambaşka, hayat memat meselesi... 17 Ağustos 1999'daki Mavi Marmara Depremi'nde, Mehmetçiğimizin düzenli desteğini, özellikle çadırkentlerin acilen kuruluşları ve yardımların adil şekilde tanzimi ve dağıtımında nasıl da komplike işlediğinin şahidiyim... İnşallah afetzedelerimize bir umut nefesi olacaktır...
Bu arada yaşanan acıya, ülkemizdeki her ev ortaktır. Ağızları bıçak açmıyor, yüzler gülmüyor, insanlar yemek yemeye, su içmeye utanıyor, yatağına uzanırken gözyaşlarını tutamıyor, üşümemiz hiç bitmiyor, sanki evlerimize kar yağıyor... Enkazdan kurtulan her kişi için kilometrelerce öteden şükür secdelerine varılıyor. Hatimler, tesbihler, namazlar, şu mübarek günde bir deniz gibi akıyor. Akıyor, depremin vurduğu kardeşlerimize rahmet ve teselli, sabır ve direnç duaları akıyor...
Ümraniye'de mesela, gençleri uyku tutmuyor. Mahallelerde ilan edilen seferberlikle, kolilerce yardımlar, paketler, sırtlanarak Belediyenin depo olarak kullandığı kapalı pazar yerine getiriliyor. İlçemizin genç öğretmenlerinden Vildan Danışman, gönüllülerin bir sel gibi akarak yardım merkezlerine koşuştuğunu anlatıyor. Gönüllü olarak deprem bölgelerine yardıma gitmek isteyen kişiler, havaalanlarını doldurmuşlar, Vildan Hoca ve gönüllü arkadaşları, uçağa binemeden dönmek zorunda kalmışlar bu akşam. Uçaklar hiç boş koltuk olmadan gönüllüleri taşımak için uçuyorlarmış... Umutlarımızı, dualarımızı, kalplerimizi taşıyor bu gençler...
Herkes canından vererek yolluyor hiç tanımadığı kardeşine. İşte, deprem yardım kampanyası için hazırlanan kolilerden çıkan bir oyuncak ve bir mektup, (Human Movie Team'de gördüm mektubun orijinalini, kurşun kalemle, harita metod defterinden kopartılmış bir kâğıda yazılıydı) aslında bizim kalbimizin mektubuydu... Koliler tasnif edilirken gönüllülerin rastladığı bu oyuncak araba ve sarıldığı mektup, tüm yollanan yardımları tartacak mahiyetteydi...
"Merhaba, ben Düzce'deyim.
Olanları duyunca çok korktuk. Umarım durumunuz iyidir. Sana bir oyuncak gönderdik. Bu arabayla oyna. Sakın üzülme. Birkaç ay önce babam kalp krizi geçirdi ve vefat etti. Ailenden kayıp varsa, seni çok iyi anlıyorum. Sakın üzülme, Allah'a dua et, biz arkandayız.
Ben 10 yaşındayım, peki ya sen?
Seni seviyorum.
Bu notu unutma, Allah yanımızda sakın korkma, seni seviyorum...'
Ben anneannemin çocukken bize anlattığı meleklere hala inanıyorum. Onların bir kısmı, çocukların kalbinde yaşıyor...