Başbakan Tayyip Erdoğan Silivri’de çıkan çatışmalar için ‘provokasyon’ sözcüğünü kullandı... Yardımcısı Bülent Arınç, aynı olay için, “Yargı saldırıya uğramıştır” hüküm cümlesini sarf etti... İstanbul’da Emek sineması vesilesiyle çıkan arbede için, içişleri bakanı Muammer Güler, “Protestocuların arasında provokatörler vardı” tespitini paylaştı...
Muhtemelen hepsinin dedikleri doğrudur. Her toplumsal olayı çığırından çıkartmak için hazır bekleyen kışkırtıcılar vardır ve her iki olay da onların kışkırtmalarına açıktı.
Onların tespitlerini tartışmasam da, güvenlik güçlerinin olaylara müdahale biçimine, gözlerimize sokulan coplu gazlı müdahalede kulaklarımıza takılan feryatlara sebep olmalarına itiraz ediyorum.
Yalnız ona değil, olayların ardından yapılmış içinde ‘provokasyon’ sözcüğü geçen açıklamalara da itirazım var.
Türkiye toplumsal olayların sıkça görüldüğü bir ülke. Öğrenci olayları 1968’de Paris’te başladı ve Avrupa’ya yayıldı. Sonraki birkaç yıl içerisinde oralarda sündüğü ve bittiği halde bizde hiç hızını kesmeden sürdü de sürdü. Şimdilerde de öğrencilerimiz yerinde duramıyorsa, bir sebebi, bu gelenektir.
Öğrencilerin hareketlenme deneyimi ve bunu nasıl yapacağına dair bir geleneği var da güvenlik güçlerinin asayiş olaylarını bastırma konusunda deneyimi yok mu? Orantısız güç kullanımının daha büyük olaylara yol açabildiğini bilmiyor mu polis? Cop, biber gazı, yumruk kullanmadan kitleleri yatıştıramıyorlarsa, aldıkları bunca eğitimin ne önemi var?
Provokasyon illâ hareketlenmiş kitlelerde olmaz, onları bastırmaya giden devlet güçleri arasına da kışkırtıcılar pekâlâ karışabilir. Emniyet’ten bu ihtimal için de tedbir alması beklenir.
Ülkemizin terörden arınmasını amaçlayan süreçte kaydedilen her ilerleme iki taraflı kışkırtmaları daha da yoğunlaştıracaktır. Hazırlıklı olmak şart.
Silivri ve Emek sineması eylemleri âniden ortaya çıkmadı; yapılacağı önceden bilinen eylemler bunlar... Yani, gösterileri bastırma yönünde yaşanan basiret bağlanmasının hiçbir mazereti bulunmuyor. ‘Kışkırtma’ veya ‘provokasyon’ türü yaftalamaların kıymet-i harbiyesi yok.
Emniyet güçlerine siyasilerin sahip çıkmak istemelerini elbette anlıyorum; ancak gösterilere verilen cevabın sertliği ile kollama amaçlı açıklamalar iki tarafı da keskin bir bıçak gibi hem polisin hem de siyasilerin aleyhine çalışıyor. Polis destek açıklamalarından aldığı cesaretle daha da sertleşirse ne olacak? Öyle bir durumdan kim kazançlı çıkacak?
İyisi mi, gösterilere medeni bir üslupla ve çatışmasız yöntemlerle cevap verilmesi sağlansın...
Geçmişte pek çok toplumsal olaya müdahalede polis bunu becerebileceğini gösterdi. Şiddete şiddetle karşı koymak şiddeti daha da büyütmekten başka bir işe yaramıyor; bundan sadece göstericiler değil sert müdahalede bulunan güvenlik güçleri de zarar görüyor. En büyük zarar ise ülkenin imajına veriliyor...
Polisin ve özellikle âmirlerinin bu durumu göz önünde tutarak daha bilinçli davranması gerekiyor.
Bir ülkenin gelişmişliği yalnızca ekonomik göstergelerine, şatafatlı kentlerine, hatta halkının zenginliğine bakılarak anlaşılmıyor; toplumsal olaylar karşısında sergilenen tavır da dikkate alınan göstergelerden biri. Son manzaralar iyi bir görüntü vermedi.
Eli değil kafayı çalıştırmanın zamanı.