Başbakan Ahmet Davutoğlu, akademik camia tarafından yıllardır beklenen müjdeyi nihayet geçen Perşembe günü (4 Eylül) verdi. Bir televizyon programına katılan Davutoğlu, akademisyenlerin maaşlarında iyileşmeye gideceklerini söyledi. Bunu nasıl yorumlayalım? Yeni bir Başbakan’ın popülist bir açıklaması mı? Yoksa uzun süredir beklenen kapsamlı bir yükseköğretim reformunun öncü bir adımı mı?
Akademik zam
Başbakan’ın akademisyenlere zam yapılacağını televizyon programında plansız bir şekilde söylenmiş bir söz olmadığını iki husus göstermeye yeterli sanıyorum.
Birincisi, Başbakan’ın televizyonda açıklama yapmadan önce, aynı gün hem YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya hem de Ekonomi Koordinasyon Kuruluna başkanlık yapan Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile görüşmesi, konunun hem akademik camianın hem de hükümetin üzerinde uzlaşacağı bir zeminde ele alınacağını gösteriyor.
Benim beklentim, geçen hafta Çalışma Bakanı Faruk Çelik tarafından dile getirilen bütün akademisyenlere 1,000TL’lik bir zam yapılması önerisinden ziyade, daha önce Çetinsaya ve Memur-Sen tarafından savunulan, araştırma görevlilerinin maaşının Bakanlıklardaki uzman yardımcılarıyla, yardımcı doçentlerin maaşlarının ise uzmanlarla eşitlenmesi şeklindeki ilkesel bir yaklaşımın esas alınacağı yönünde. Zamlar belirlenirken, rekabet edebilirlik ölçütü korunacaktır diye umuyorum.
İkincisi, Davutoğlu’nun “araştırma görevliliği öylesine cazip olmalı ki, en iyi beyinler üniversiteye gitsin” sözü, oldukça önemli. Bir başka ifadeyle, Davutoğlu, konuyu akademisyenlerin mağduriyetinin giderilmesinin yanında ve daha önemlisi, yükseköğretim ve bilimin kalitesinin artırılması olarak algılamaktadır.
Bu bakış açısını neden önemsediğimi açıklayayım. Akademisyenlerin maaşlarının, diğer kamu çalışanlarına göre son on yılda kötüleştiğini rakamlara hâkim olan herkes biliyor. Ancak, daha önce de bu köşede yazdığım üzere, bazı siyasetçiler ve Maliye bürokratları konuyu, dar bir ekonomik perspektiften ele aldıkları için, dönemin Başbakanı Erdoğan’ı bu konuda yanlış yönlendirdiklerini düşünüyorum.
Bu dar bakış açısı, maaşları düşük olan akademisyenlerin, maaşlarını telafi için fazladan ek ders vermesini çok olumlu bir şey olarak gördü. Bu çerçevede, zam yapılmasına ihtiyaç görülmedi. Ancak konuya yükseköğretimin ve bilimsel araştırmaların kalitesi olarak bakıldığında, akademisyenlerin gelir için ek derse mecbur edilmeleri, oldukça sorunludur. Haftada 20-30 saat derse giren bir akademisyenin, ne verdiği derslerin ne de yaptığı araştırmaların kalitesini savunamayız.
Akademik camianın içerisinden gelen ve saygın bir akademik geçmişi olan Davutoğlu’nun üniversite meselesine bakışı, dar bir maliyeci perspektifine dayanmıyor. Bu nedenleDavutoğlu’nun yükseköğretimde atacağı adımlar, zamla sınırlı olmayacaktır.
Davutoğlu, Dışişleri Bakanı iken Yeni Türkiye’nin insan kaynağı eksikliklerine can yakıcı şekilde defalarca şahit olmuştur. Nihayetinde, iddialı bir Türkiye demek, hemen her alanda yetişmiş insan gücü demektir. Güçlü ve caydırıcı bir ordu, dünyayla rekabet edebilen bir ekonomi ve refah seviyesi alabildiğine yüksek bir toplum için gerekli insan kaynağımız henüz yeterli değil. Bundan dolayı, Yeni Türkiye’de çok güçlü ve nitelikli üniversitelere ihtiyaç var.
Bütün göstergeler, dış politikada Soğuk Savaş’ın kodlarıyla düşün(mey)en Türkiye dış politikasını dönüştüren Davutoğlu’nun bir darbe mirası olan mevcut yükseköğretim sistemini de reform edeceği yönünde. Erdoğan hükümetleri, yükseköğretime çok büyük bir önem verdi. Yükseköğretim artık hemen herkesin ulaşabileceği bir hizmete dönüştü. Davutoğlu, Erdoğan’ın miras bıraktığı bu altyapıya dayalı olarak, üniversite ve toplum, üniversite ve devlet, üniversite ve iş dünyası ilişkilerini yeniden formüle edecektir.
Bütün mesele muhtemel bir reformun takvimlendirilmesidir. Örneğin, Anayasa değişikliği gerektiği için, YÖK’ün kaldırılması gibi radikal reformlar ancak Haziran 2015 sonrasında yapılabilecektir.