Cumhuriyet Halk Partisi'nin içi foku fokur kaynıyor. Temelde iki konu var parti içinde tartışılan; biri adaylık diğeri ise ittifaklar. Elbette bu yaşanan ayrım, politika belirlemede de türlü zorlukları beraberinde getiriyor.
**
Misal Kılıçdaroğlu'nun fiyaskoya dönen ABD ziyareti. Söz konusu ziyaret, son zamanlarda kamuoyunda tepkiyle karşılanan pek çok PR hamlesinin de arkasında olan Tuncay Özkan ve onun neredeyse bütün kampanyayı teslim ettiği reklamcı Akan Abdula'nın projesi... Bakmayın görüşecek kimse bulamayınca, 'ben zaten üniversite gezmeye gelmiştim' demesine. Elbette, Akan Abdula ve ekibi eski ABD Başkanı Obama'dan Demokrat Parti Vermont Senatörü Bernie Sanders'a kadar pek çok isimden randevu istedi fakat alamadı. Bildiklerimiz kadar kapılar kapandığı için bilemediklerimiz de var elbette. Normal şartlar altında; "... bu hükümet gidiyor, yeni dönemde muhatabınız ben olacağım, size kendimi tanıtmaya geldim." temalı bir ziyaret için fazlaca büyük çuvallanmış durumda. Ve böylece Akan Abdula ve ajansı da parti içinde tartışmalı hale geldi. Aralarında; TÜİK'in ve SADAT'ın kapısına dayanmanın, başörtüsü çıkışının, karanlıkta yapılan YouTube yayınının da olduğu tartışmalı birçok işin mimarı Akan Abdula ve ona bu hareket alanını açan Tuncay Özkan... Bu ABD gezisini organize eden de o. Oysa CHP'nin etkili isimleri, "... Daron Acemoğlu ile ya da Canan Dağdeviren'le görüşmek için ABD'ye gitmeye gerek yoktu. Onlar zaten bizim dostlarımız her fırsatta görüşüyoruz..." diyorlar.
**
Oysa bir CHP Lideri bir dış gezi yapamaz mı? Elbette yapar. Üst düzey görüşme yapar mı? Kesinlikle yapabilir. Ancak bunun yolu reklam ajansı aracılığıyla randevu istemek değildir. Partinin dış ilişkilerden sorumlu kurmay ismi (Ünal Çeviköz mesela) Washington Büyükelçimiz Murat Mercan'la temas kurar, bu ziyaretin çerçevesini Devletin bilgisi dahilinde şekillendirir. Örneğin, siz Temsilciler Meclisi Başkanıyla görüşme talep ettiğinizi bildirirsiniz, konu başlıklarını da her iki devlete iletirsiniz, sohbetin içeriği yine sizde kalır. Bunun yolu budur...
**
Partide yaşanan bu fikir ayrılığının aday belirleme sürecinde de kendini gösterdiğini söylemiştim. Oradan aldığım son kulis bilgilerini de paylaşayım. Evet, Kılıçdaroğlu kesinlikle aday. Ama; "...tek aday mı, ortak aday mı yoksa adaylardan biri mi?..." orası belli değil. Partide iki görüş hakim. Bir kesim Kılıçdaroğlu'nun aday olmasını ve herkesin Kılıçdaroğlu etrafında kenetlenmesini istiyor. Sır değil. Eren Erdem'in televizyon mülakatlarına baktığınız zaman bu tavrı açık biçimde görebilirsiniz. Bir kesim ise Kılıçdaroğlu ile birlikte İYİ Parti'nin de aday çıkarmasına itiraz etmiyor. İkinci turda yüksek alanın etrafında birleşileceğini hesaplıyor. Peki ikinci tur olacaksa kim daha yüksek alacak? Mansur Yavaş'ın HDP oylarını alamayacağı varsayılarak Kılıçdaroğlu'nun yarışa %30'la başladığına inanıyor bu isimler. O halde, Kılıçdaroğlu tek aday olsun" diyenler bu iki adaylı formüle neden itiraz ediyor? Arz edelim. Orada seçim öncesi bir "Kabine" ilan edilmezse, Erdoğan'ın bu her iki adayı da ilk turda ezip geçeceğini düşünüyorlar. Yani seçmene kafa karışıklığına yer bırakmayacak netlikte bir yol haritası sunulmazsa seçimler ikinci tura kalmayabilir hesabı yapılıyor.
**
Peki 6'lı masanın son durumu ne? Onu da cumartesi günkü yazımda detaylı biçimde anlatacağım. Ama ipucu olması bakımından şu kadarını ifade edeyim; Davutoğlu CHP'den grup sözü almış durumda. Ali Babacan 6'lı masanın paydaşlarından biri değil dolayısıyla listede kendisinin ve arkadaşlarının ismi yok. Meral Akşener'in ise (zannedilenin aksine) Kılıçdaroğlu'nun adaylığına itirazı yok sadece kabine pazarlığı yapıyor. Anlayacağınız, çok özel ve kritik bilgiler vereceğim cumartesi günkü yazımda...