Sistemin sorunlarına çözüm bulma zirvesi olan Davos tam 42 yıldan beri yapılıyor. Ulus-devletlerin ortaya çıkardığı sorunların, kapitalizmin vitrini olan ama sistemin, gelir adeletsizliği, doğu-batı farkı gibi temel sorunlarını hiç yansıtmayan İsviçre’nin bu tatil köyünde ele alınması da epey ironik tabii ki.
Bu yılın teması ‘Dirençli Dinamizm’ olarak anlatılıyor. Aslında bunu dev dalgaların üstünde sörf yapmak olarak anlayabilirsiniz. Bir dalgayı aştınız ikincisi daha büyük gelecek onun da altına girip devrilmeden geçiştirdiniz ama ya üçüncü ve sonraki dalgalar... Mutlaka bir tanesi sizi devirecek; o halde sistemin risklerinin artık ulus-devletler ve onların tekelleri için pek ‘geçiştirilecek’ küçük dalgalar olmadığını söyleyebiliriz. Bu yıl Davos’da yapılan konuşmalar ve risklere karşı esnek olmak, direnç göstermek anlamına gelen ana tema bana ünlü iktisatçı Schumpeter’in ‘yaratıcı yıkım’ kavramını hatırlattı.
Dünya Ekonomik Forumu Direktörü Lee Howell, dirençli olmayı geleceği şekillendirmek için harekete geçmek olarak anlıyor. Forumun kurucusu Claus Schwap ise toplumsal kalkınma ve barışa işaret ederken küresel politikaların yenilenmesinden bahsediyor. İşte bütün bunlar Schumpeter’in kapitalizmin dinamizmini anlatırken kullandığı o ünlü formülasyonu anlatıyor: Yaratıcı yıkım. Kapitalizm yıkmadan yenisini yapamıyor. Bundan dolayı bu yılkı Davos’da küresel kapitalizmi yönetenler er ya da geç bu krizin önemli bir yıkıma ve buna bağlı bir başlangıca yol açacağına karar vermiş gibi gözüküyorlar. Ancak bu Schumpeterci yıkımın ‘eskisi’ gibi yani birinci ve ikinci dünya savaşları gibi olmasını kimse istemiyor tabii ki. Bundan dolayıdır ki bu yıl burada, Schwap’ın dediği gibi, herkes iyimserlikten bahsediyor. Ancak dirençli dinamizmin öznesi kim olacak? Bu özne, dünyanın güney ve doğu ülkeleri yani gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler olacaksa onlardan sistemin ve krizin getirdiği sorunlara karşı dinamizm beklemek bir kez daha tarihsel bir haksızlık olur. Bu dinamizmi zaten onlar sanayi devriminden beri sağlıyor sisteme. Şimdi sıra zenginlerde...
Bu dinamizm, artık üretim gücünü elinde bulunduran doğu ve güneyin yoksul halklarının sistemden daha fazla gelir elde edecekleri mekanizmaları geliştirmekten, vergi sistemlerini daha adil hale getirmekten ve silahlanma yerine kaynakları sosyal anlara yönlendirmekten geçiyor.
Davos’a giderken uçakta Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye için 2012 yılının cari açık ve enflasyonda yeni bir dengeye gelmenin ve krize karşı daha güvenli olmayı sağlamanın başlangıç yılı olduğunu, 2013 yılının buradan başlayarak bir çıkış yılı olacağını söyledi. Doğrusunu isterseniz ben 2012 yılında Türkiye’nin daha fazla büyüyebileceğini bunun da cari açıkta ve enflasyonda bir sorun oluşturmayacağını düşünenlerdendim. Türkiye, bu yılda orta vadeli program hedeflerinden daha yüksek bir büyümeyi hedeflemeli.
Bir değişim gücü olarak enerji
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, çok yakında enerji piyasası düzenlemesi ile ilgili kanunun çıkacağını belirtti. Enerjide piyasanın rekabeti sağlayacak, adil bir fiyat sistemini öngeren yasayla düzenlenmesi ve bunun kurumlarının oluşturulması çok önemli. Ben, başta TANAP olmak üzere Türkiye’yi bir enerji habı yapacak projelerin önemine işaret ettim ve Sayın Başbakan Yardımcısı da buna katıldığını, Türkiye’nin cari açığında ara malı ithali ile birlikte en önemli kalem olan enerji konusunda Türkiye’nin bu adımları atması gerektiğini burada kararlı olduklarını söyledi. Öyle anlaşılıyor ki, enerji ve enerji kaynaklarına erişmek ve buna uygun alternatif projeler geliştirmek 2013 ve sonrasında da Türkiye’nin büyüme temposunda önemli bir yer tutacak.
Öte yandan, enerjide bir 1973 sendromu endişesi de var. Neydi o 1973 sendromu; biliyorsunuz 1971’de ABD Başkanı Nixon doların altına olan bağımlığını kaldırmış ve değeri düşmeye başlayan dolar, başta petrol olmak üzere temel emtialarda hızlı bir yeniden aşağı doğru fiyatlamayı getirmişti. Buna ilkönce OPEC tepki göstermiş sonra İran,Mısır hatta Suriye gibi ülkeler düşen petrol fiyatlarına tepkilerini savaşa varan çıkışlarla göstermişlerdi. Şimdi de ABD’nin açıklarını kapatması doğrultusunda doların değerini başta euro olmak üzere tüm ülke paralarına karşı düşük tutmaya çalışması ve petrol rezervlerini güçlendirip yeni enerji arayışlarına girmesi hiç şüphesiz başta petrol ve doğalgazda dolara bağlı bir yeniden degerleme sorununu ortaya çıkartacak bize göre. Böyle olunca petrolün gereksiz bir “dolar” yükselişi yaşaması ve bunun da krizin resasyon tarafını yukarı çekmesi aslında bir kabus senaryosu. Ancak OPEC 1980’lerdeki gücünde değil, devreye Azerbaycan gibi çok önemli oyuncular girdi. Ve petrol ve doğal gaz mobilitesi İran sorununa rağmen bugün çok daha yoğun. Petrol boru hatları ve rafineri kapasiteleri 70 ve 80 lerle karşılaştırılamayacak kadar değişti. Böyle olunca enerji de bizi büyük bir kapışma bekliyor.
Ayrıca burada İstanbul Uluslararası Finans Merkezi’nin düzenlediği ve İstanbul’un geleceğin finans merkezi olması ile ilgili paneli izledim. Finans ve gayrimenkul alanlarındaki işbirliğinin Türkiye’yi hızla yukarı çekebileceğini söyleyebiliriz. Yeni enstrümanların geliştirilmesi ve derinlikli bölgesel bir piyasanın oluşturulması çok önemli. Burada gördüğüm, bu alanda güçlü işbirlikleri oluşuyor. Yalnız bu alandaki hukuki ve kurumsal altyapının hızla inşa edilmesi gerekiyor. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Türkiye, Davos’da bu yıl konuşulan yenilenmenin merkez ülkelerinden birisi olacak.