Bir gazeteci.
Eski bir Cumhurbaşkanının yakın arkadaşı.
Akıl vereni. Siyasete yön vermekten haz alan biri. AK Parti iktidarının ilk yıllarında çok gözdeydi. Kendi aklını ve öngörüsünü acayip önemser. Müthiş kibirlidir. Pensilvanya’daki deccale de pek bir yakındır. Onun tarafından da hep önemsenmiştir. Çoğu zaman baştacı edilmiştir. Şimdilerde eski Cumhurbaşkanın arkadaşının perde arkasında yönettiği bir siyasal partinin içinde yer alıyor. Pek tabii o herkese nasip olmayan aklıyla... Kendisinin bir davası vardır mutlaka. Ama doğrusu onca yıldır tanımama rağmen davasının ne olduğunu bilemeyecek kadar cahilim. Erdoğan’ın “dava” dediği şeyle onun zerrece alakası olmadığını bilirim sadece.
Geçenlerde yazdığı yazıda “Siyasette dava olmaz. Siyasette, siyasetin kuralları geçerlidir.” türünden laflar etti. Doğrusu şaşırmadım. İri laflar edip aslında hiçbir şey söylememek tam da onun tarzı. Şimdi bu laftan ne anlaşılır? Siyasetin davası olmaz mı? Bir siyasetçinin davası olmaz mı? Peki siyaset niçin yapılır? Sahi siyasette geçerli olan kurallar nedir? AK Parti’yi iktidara getiren o sosyolojinin bir davası yok muydu? Erdoğan liderliğindeki AK Parti’nin davası ile o sosyolojinin davası aynı olmamış olsaydı AK Parti girdiği ilk seçimde iktidar olsa bile iktidarını sürdürebilir miydi?
Davadan bir sapma varsa bu eleştirilebilir. Bu tarz bir eleştiriyi kendi adıma önemserim. Lakin “dava-siyaset” denkleminde “dava”yı önemsizleştiren “siyaseti” de kutsayan bir anlayışı çok tehlikeli bulurum.
Bizim bir davamız var. Davası olmayan bir siyaset anlayışı bizden uzak olsun. Siyaseti sadece güç elde etmek veya iktidar olmak için kutsayanlar varsa bilsinler ki bizim için siyaset bir araçtan ibarettir. Bunu söylerken siyasetin kurallarını görmezlikten gelelim dediğimi kimse zannetmesin. Siyasetin kendi doğası vardır. Kendi içinde dengeleri vardır. Siyasetin kendine özgü kuralları vardır. Elbette başarı için siyasetin bu özgül yanının çok iyi bilinmesi elzemdir. Bütün bunlara kimsenin itirazı olmaz. Ama “davasız siyaset “, sadece güç odaklı bir canavardır.
AK Parti’nin veya Erdoğan liderliğinin farkı siyasete dava giysisi giydirmiş olmasıdır. Bir başka deyişle dava şuurunu her türlü iktidar anlayışının üstünde tutmuş olmasıdır. 15 Temmuz’da milletimizin yiğit evlatları işte bu “dava şuuru” dolayısıyla Erdoğan’ın bir sözüyle ölüm meydanına atıldılar. Şimdi o birileri “dava”yı önemsizleştirip siyaseti yeni güç devşirmenin merkezine oturtmaya çalışıyorlar.
Davamıza ne kadar layık olabildiğimiz bizim iç sorunumuzdur. Bu konuda varsa bir eksiğimiz-gediğimiz özeleştirimizi verir, Allah’tan tevbe ve milletimizden özür dileyerek kendimizi davamıza uygun bir biçimde onararak siyasi alandaki kutlu yürüyüşümüzü sürdürürüz. Lakin siyasette davası olmayanlarla işimiz olmaz bizim. Veya tüm davası kişisel güç veya itibar devşirmek olan yeni siyaset esnafıyla zinhar yolumuz çakışmaz bizim.
Herkes kendi yoluna.
15 Temmuz, kontrollü darbe
CHP’nin grup başkanvekili “Kontrollü darbe!” söylemini yeni bir kılıfla piyasaya sürüyor. Bizimkiler de “3 yıl sonra gelen itiraf!” diye üstüne atlıyor. CHP’li sözcünün “15 Temmuz kanlı bir darbeydi!” sözündeki mantık ve tuzak, öngörülen ve engellenebilir bir darbenin yapılmasına yeşil ışık yakıldığı anlayışı üzerine oturuyor. Yani demek istiyor ki o CHP’li “Erdoğan kendi diktatörlüğünü inşa etmek için böyle bir tertip içine girdi.”
Bunun bir adım ötesi Erdoğan’ın yargılanma isteğinin dillendirilmesidir. “Kanlı darbe” söylemi 15 Temmuz hassasiyeti üzerinden milleti devşirip Erdoğan’ı “kontrollü darbe” üzerinden siyaseten köşeye sıkıştırmayı amaçlayan bir siyasi tuzaktır.
FETÖ’nün siyasi ayakları “tertip” üzerinden Erdoğan’la hesaplaşmalarını sürdürürken bizimkiler “kanlı darbe” zokası üzerinden nasıl da gafil avlanıyorlar.