Kamuoyunda darbelerle hesaplaşma konusunda büyük bir duyarlılık oluşmaya başlaması gerçekten memnuniyet vericidir. 12 Eylül davasına müdahil olmak isteyenlerin sayısına veya 28 Şubat sürecine yönelik yaşanan sorgulama ve özeleştirilere baktığımızda bu duyarlılığın ulaştığı seviyeyi görebiliyoruz. Ama daha yakın geçmişte yaşanan 27 Nisan konusunda yeterli muhasebenin ve sorgulamanın ortaya çıkmaması da düşündürücüdür.
27 Nisan bildirisinin yayınlandığı günün ertesinde bunu yüksek sesle ‘askeri muhtıra’ olarak tanımlayan kesimlerin söylemleri bildiriye karşı bir eleştiriyi değil, hükümete karşı bir gözdağı ve korkutmayı ifade ediyordu. Hep bir ağızdan yapılan ‘erken seçim’ çağrıları, AK Parti’yi iktidardan uzaklaştırma ve Cumhurbaşkanı seçtirmeme amacı taşıyordu.
Hürriyet ve Milliyet gazeteleri bildiriyi ‘Genelkurmaydan çok sert açıklama’, Vatan gazetesi ise ‘TSK’dan muhtıra gibi açıklama’ başlıklarıyla verirken, Hükümetin karşı cevabı aynı şekilde karşılık bulmuyordu. CHP sözcülerinin açıklamaları, ‘yüz kızartıcı’şekilde bu antidemokratik bildiriyi alkışlıyordu. CHP Genel Başkanı Baykal’ın “Müdahaleye uğrayan yönetimlere halk sahip çıkmadı. Anayasa Mahkemesi 367 kararını onaylamazsa ülke çatışmaya gider” sözleri klasik darbeseverliğin ve asker marifetiyle hükümeti devirme anlayışının bir tezahürüydü.
Medyada da durum içler acısıydı. ‘Bir sonraki adım tank’ olur diyenden, ‘toplum askerin görüşüne destek çıkıyor’ veya ‘Başkomutanın eşi türbanlı olursa rejim yıkılır’ diyene kadar merkez medya yazarları, askeri öven, hükümeti ise yerden yere vuran bir tutum takınmıştı. ‘Laiklik tehlikede’paranoyası bir kez daha siyaset mühendisliğine ve darbe destekçiliğine malzeme yapılıyordu.
* * *
27 Nisan, belki internet bildirisi formatında olduğundan bir tür ‘mahçup girişim’ veya düşük profil bir hamle olarak görülebilir. Ama bildiri öncesinde yaşanan gelişmeler ve bildiri sonrasında takınılan tavırlar iyi irdelenmesi gereken ciddi bir sorunu yansıtmaktadır.
Cumhuriyet mitingleriyle toplum zemininde destek arayışı içine girilirken, sonradan Ergenekon davasına katılan Danıştay saldırısı, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması, Zirve yayınevi katliamı gibi provokatif olaylarla da siyaset kurumu üzerinde baskı kurulmak isteniyordu.
Ergenekon ve benzeri davalarla 27 Nisan sürecinin ilişkili olup olmadığı elbette yargının ele alması gereken bir konudur, ama bu bildiriyle siyasete müdahalede bulunulmak istendiği açıktır. Bu girişimin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik olduğu, ilk tur seçimin Meclis’te yapıldığı 27 Nisan gününe denk gelmesinden de anlaşılabilir.
Bildiriyi kaleme almakla övünen dönemin Genelkurmay Başkanı YaşarBüyükanıt, 32. Gün programında ‘önlem’ olarak adlandırdığı girişimi şöyle savunuyordu: “Bu rejimin tek muhafızı asker midir? Her kesim üzerine düşeni yapsa, şiddete başvurmadan yasal yollarla tepkisini gösterse, başarılı bir sonuç alınılabilirdi. Ama bu yapılmayınca iş askere kalınca, askerin de yapacağı tek şey kalıyor: Silahı eline almak.”
Büyükanıt, sürecin AK Parti’ye yaradığı eleştirisine karşı, her ay yapılan anketlerde AK Parti’nin oyunun giderek yükseldiğini, Ocak ayında yüzde 45’e vardığını, yani süreç olmasa da AK Parti’nin yükselişte olduğunu söylüyordu.
Açıkçası, AK Parti’nin önlenemeyen yükselişi bir sorun olarak algılanmış ve AK Parti’nin Cumhurbaşkanı seçmesi, rejimin son kalesinin düşmesi gibi yorumlanmıştır. Kutlu Doğum etkinlikleri bahane edilerek çıkarılan laiklik krizi ise toplumda ters etki yapmıştır. 27 Nisan bildirisi açık şekilde ‘laik-anti laik’ kamplaşmasını kaşımış, seçilmiş iktidarı bir tehlike olarak göstermiş ve hükümete karşı toplum kesimlerini tahrik etmiştir.
Hükümetin dik duruşu, süreci akamete uğratmış, benzer bir 28 Şubat yaşanmasına engel olmuştur. AK Parti iktidarı, meseleyi geçiştirmemiş, üzerine almayan ve önemsemeyen silik bir tavır sergilememiş, takındığı sert ve kararlı tavırla meselenin ciddi boyutlara ulaşmasının önünü kesmiştir.
Medyanın darbesever kesimi AK Parti’yi iktidardan düşürmek için ‘erken seçim çağrısı’ yaparken, bazı demokrat kalemler ise ‘aman darbe olmasın’ diye hükümetin önüne içinde erken seçim olan ‘yol haritaları’ koymuştur. Erken seçimin öne sürülmesinin sebebi, askerin tavır takındığı bir partinin halktan oy alamayacağı düşüncesiydi.
Anti demokratik girişimlere rest çeken hükümet ise oyunu tam tersine çevirmiş ve 1 Mayıs’ta AYM’nin Meclis’teki Cumhurbaşkanı seçim turunu iptal etmesinin ardından seçim kararı alarak hem demokrasiyi korumuş, hem de iktidarını daha güçlü şekilde sürdürmüştür.
27 Nisan olayında siyasi partilerin, medyanın ve bir kısım derneklerin takındığı tavır sorgulanmadan müdahaleler konusunda ciddi bir ‘hesaplaşma’ yaşandığı söylenemez.