Olup biteni biraz daha soğukkanlı değerlendirmek, kimilerinin sizi fazlasıyla ‘serin’ bulmasına neden olsa da, her zamankinden daha fazla ihtiyaç gibi görünüyor.
17-25 Aralık darbe girişimlerinin üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Muhtemelen medyada ve siyaset dünyasında o dönemi değerlendiren yazılar, haberler ve belgesel çalışmalar göreceğiz. Kuşkusuz fikri takip önemli. Kuşkusuz olup biteni unutturmamak gerekiyor. Ama bundan daha değerli olan, ne olduğunu doğru anlamak. Öfke, tepki ve duygularımız kesinlikle çok değerli. Ama anlama çabasının önüne geçmesine izin vermemek kaydıyla.
Türkiye’de AK Parti tecrübesinin, kendi tarihimizdeki İslami tecrübede karşılığının ne olduğunu, hangi ağırlığı taşıdığını çok dikkatle ve dünyada olup bitene yakından bakarak yeniden okumak zorundayız.
İslam dünyasını derinden etkileyen İhvanı Müslimin (Müslüman Kardeşler) akımının, farklı isimler, partiler ve örgütler adı altında olsa da hayli uzun bir siyasi geçmişi var. Ancak bu uzun geçmişle kıyaslanmayacak kadar da kısa iktidar tecrübeleri oldu.
Mısır’da yaşanan son tecrübenin, bizzat rejim ve uluslararası aktörler eliyle kelimenin tam anlamıyla idam sehpasına taşınması, sıradan bir gelişme olarak görülmemeli. Önce Sisi eliyle gelen darbe, ardından hukukun temel ilkelerini hiçe sayan mahkemeler, oturdukları iktidar koltuğunda kabuslar gören Suudi Arabistan ve yandaşı aktörlerin verdiği muazzam finansal destek, yine aynı aktörler eliyle İhvan’ın terör listesine alınması, nasıl sıradan bir gelişme olabilir ki.
Üstelik bu hamle sahipleri yeni adımlar atmaya devam ediyor. Buyrun şu haberi not edin bir kenara:
‘Mısır, Dünya Müslüman Alimleri Birliği Başkanı Yusuf el Kardavi’nin tutuklanması için girişimlerde bulunmaya devam ediyor. Mısır mahkemesi resmi bir başvuru yaparak, İnterpol’den Karadavi için Kırmızı Bülten’le arama kararı çıkarttırdı. Kardavi’ye atfedilen suçlar bölümünde ise, ‘uluslararası suç işlenmesine teşvik ve yardım, mahkumların kaçmasına yardım, kundaklama, vandalizm ve soygun’ ifadeleri yer alıyor. ‘
İslam dünyasının en seçkin ve ağırlık sahibi isimlerinden birisi, darbe yönetimi eliyle kırmızı bültenlere taşınıyor. Bunun kuşkusuz çok farklı sonuçları olacaktır.
Tekrar bize dönelim. Bütün bunları birbirinden bağımsız okumak mümkün değil. Sizce 17-25 Aralık girişimlerini organize eden gücün, ortaya çıkışından itibaren İslam dünyasındaki hemen hiçbir akıma ilgi göstermemesi, metinlerinde ‘ümmet’ kavramının zorunla haller dışında yer almaması tesadüf olabilir mi?
17-25 darbesinin içerideki aktörü olan bu dini hareketin, az önce tarif ettiğim duruşunu, ‘yerli’ olduğuna yormak mümkün olsaydı, bunu çok önemsemek gerekirdi. Ancak bırakın yerli olmayı, varlık ve meşruiyetini uluslararası aktörlerle sağladığı yakınlık ve işbirliği üzerine kurgulayan; onları razı etmek üzere öne çıkardığı kavramlarla (hoşgörü ve diyalog gibi) kendisini tarif eden bir yapıdan söz ediyoruz.
Kimse tesadüfen bir yerde olmuyor. Kimse tesadüfen de bir operasyon için seçilmiyor. Birileri belli ki Milli Görüş hareketi içinde 1990’ların sonunda yaşanan ayrışmaya fazlasıyla bel bağlamış ve oradan hareketle bu hareketi tümüyle dönüştüreceği umuduna kapılmış.
Tayyip Erdoğan’ın şekillendirdiği AK Parti omurgası, onların beklediği dönüşüme geçit vermedi. 2007 yılından itibaren kapatma davasıyla başlayan ve peşpeşe gelen operasyonlara Gezi, 17-25 vb direndi.
Tam da bu nedenle hala hedef tahtasında ve bu tehlikenin yeterince anlaşıldığını da sanmıyorum ne yazık ki. Çok daha kolay ulaşabileceği ittifaklarla bu tehdidi aşması mümkün, ama önce doğru analiz.