Kızdıkları kadar var: Harp Akademileri’nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan ‘stratejik’ konferanslar veriyor artık; oysa bundan birkaç yıl öncesine kadar Akademi’nin ders yılı açılışlarını Celal Şengör yapardı. Kurmaylık eğitimi alan subaylara ‘Atatürkçülük’ dersi verirdi uzmanlık alanı jeoloji olan Prof. Şengör...
Açılışta “Bana verilen emir...” diye söze başlar, sonunda “Arz ederim” tekmilini verirdi; gözü hizasında oturan Genelkurmay Başkanı’na topuk çarparak selâm vermeyi unutmadan...
“2006 yılındaki dersini tam on TV kanalı canlı yayınlamıştı” diyeyim de askerler nezdinde değeri bilinen Prof. Şengör’ün ülkeye de tanıtılması için medyamızın üstlendiği rolün altında yatan sebebi daha iyi anlayın.
O günlerde Süleyman Demirel ile Mesut Yılmaz merkez sağı birleştirecek lider aramak için sık sık biraraya geliyordu. Buradan kendilerine “Biliyorum, ‘Mehmet Haberal mı olsun, yoksa Yılmaz Büyükerşen mi?’ seçenekleri var aklınızda, ama aranan kan neden Celal Şengör olmasın”hatırlatmasında bulunuyordum.
Haberal ‘Ergenekon’ ile ilintili bir davadan tutuklandı, Büyükerşen kendini heykel yapımına vurdu; Şengör Harp Akademileri’nin yolunu unuttu... Yine de en faalleri o; günün anlam ve önemine uygun konularda aydınlatma faaliyetinde bulunmaya devam ediyor... En son, bir Hürriyet yazarına gönderdiği 12 Eylül (1980) darbesini öven, yargılanmakta olan Kenan Evren lehine müdahil olma isteğini ileten mektubuyla gündeme geldi.
Darbe günü iki yabancı dostunu Boğaz’da dolaştırdığı sırada halkın bayram yaptığını görmüş... “Şimdi Evren ve Şahinkaya yargılanırken onların yaptıklarını oylarımızla tasvip eden biz, milletimizin yüzde 92’si, yargılanmış olmayacak mı?”diye soruyor mektubunda...
Önemli kişiler böyledir: Önemli her konuyu önemli bir gazeteciye mektup göndererek paylaşır; böylece önemini önemli gazetecinin sütunundan hatırlattığı gibi tarihe de kayıt düşmüş olur...
Celal Şengör sonradan Hürriyet’e taşınan bir Radikal yazarına 2008 yılında gönderdiği mektupla, üniversitelerin kapılarının ‘dinî dogmaları reddetmeyen’ öğretim üyelerine sımsıkı kapalı tutulmasını, türban yasağının asla kaldırılmamasını istemişti. Yazara“Ne diyeceğimi bilmiyorum, nutkum tutuldu”deme ihtiyacı hissettiren satırların yer aldığı mektup“İcab ederse, ülke yöneticileri akıllarını başlarına alana kadar o (üniversite) kapıları kapatırız; bu bizim tarihsel geleneklerimizden gelen hakkımız ve hem insanlığa hem de öğrencilerimize karşı görevimizdir”cümlesiyle bitiyordu.
Başörtüsü yasağı üniversitelerde büyük çapta uygulanmıyor; ‘dindar’ öğretim üyelerinin kurumlarıyla ilişkileri de kesilmedi. Yöneticilerin akılları başlarında Allah’a şükür ve Celal Şengör’ü dinlemek yerine doğru bildiklerini yapıyorlar.
Prof. Şengör, 12 Eylül’cülerin aleyhte propagandayı yasaklayıp şeffaf zarf içine renkli pusula atılması yoluyla aldıkları dandik oya sahip çıkıyor da, darbecilerden hesap sormayı mümkün kılan düzenlemenin halkın önemli bir çoğunluğunun tasvibiyle gerçekleştiğini nedense unutuyor.
Otuz yıl önceki şâibeli oylamaya katılıp büyük çapta“Bunların anayasasını onaylamazsak hep başımızda kalırlar”endişesiyle verilen“Evet”oyları önemli de, bugünün halkının büyük çoğunluğunun gerçekten demokratik bir halkoylamasında sergilediği irade neden önemsiz?
Aktüel dergisinden Perihan Özcan’a verdiği mülâkat pek hoştu Celal Şengör’ün; ondan hatırlatmayla bitireyim...
"Bugüne kadar hiçbir general veya amiralle oturduğum yerde konuşmadım; aradığım zaman ayakta ararım, onlardan telefon geldiğinde ayağa kalkarım” diyor... Eşi kendisiyle “Seni görmüyorlar ki” diye dalga geçiyormuş... Tanıdık komutanlar aradıklarında “Rahat” deseler de oturmuyormuş Celal Bey, sebebini şöyle açıklıyor: “Oturmuyorum, çünkü ‘otur’ değil, ‘rahat’ diyor...” Bir tekne gezisinde, bir komutan biten rakısını doldurmak için kalktığında Celal Bey de ayağa fırlamış; o hızla masaya çarpınca eşi elindeki şarapla duş yapmış...
Madem müdahil olmak istiyor, olmalı derim ben.