Millet olarak çok mu yufka yürekliyiz, yoksa aklımızı karıştıran bir takım odaklar hala aktif mi? Yoksa ben mi çok acımasızım? Yoksa ben mi aklıselimi elden bırakıp sadece intikam duygusuyla hareket ediyorum?
Baksanıza birileri adalet ve hukuk namına şimdi de darbecileri serbest bırakmanın propagandasını yapabiliyor ve içimizden birileri de buna kanabiliyor!...
Propagandacılar bazen davaların uzun sürmesini gerekçe yapıyorlar, bazense “artık darbe tehlikesi kalmadı, boş yere enerjimizi kendi askerimizle kavga ederek harcamayalım” diyorlar. Bu kişilere göre Ergenekon, Balyoz gibi davalar Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) yıpratıyormuş, askere artık daha fazla yüklenmemek gerekiyormuş...
Sanırsınız insanlar işi gücü bıraktı, durduk yerde TSK’ya saldırıyor...
Eğer TSK içindeki suçlular bir bir yakalanıp yargı önüne çıkarıldı diye yıpranıyorsa, o TSK’nın önündeki ‘T’yi, yani ‘Türk’ kelimesini kaldırınız. Bir Ordu içindeki ‘çürük elmalar’ nedeniyle yıprandığını düşünüyorsa ona ‘ordu’ değil, başka bir şey derler...
***
Ne Ergenekon Davası sona erdi, ne de Balyoz. Eldeki belgeler darbeci hücrelerin hala aktif olduğunu kanıtlıyor. Daha da önemlisi TSK’da ne değişti de onlarca yıllık, hatta yüzlerce yıllık bir hastalığın sona erdiğini düşünüyorsunuz? Bir tek Genelkurmay Başkanı değişince bu iş tamam mı oluyor? Yani darbeci anlayış TSK’dan silinip atıldı mı? Madem silinip atıldı da, o zaman Başbakan Erdoğan neden meydanlarda “Biz kefenimizle yola çıktık” diyor? Ülkenin başbakanına kefen giydirebilecekler kim? Demirel mi?
Kim ne derse desin, bu ülkede darbe tehlikesi sona ermemiştir. Çünkü darbeciler uyuşturulmuş kobaylar gibi bakıyor dünyaya. Onların ikna edilmesi de, makul davranması da mümkün değil. Doğrularını tek doğru sanıyorlar. Türk milletini gerekirse son ferdine kadar öldürecek kadar seviyorlar. Hastalıklı bir sevgi bunların sevgisi. Böylesine hastalıklı bir zihniyeti bu ülkeden söküp atabilmek için belki de onlarca yıl gerekecek. Bu nedenle birkaç generali hâkim karşısına çıkarmayı başardım diye kimse sevindirik olmasın.
Bu süreç yeni başladı. İster buna intikam operasyonu deyin, isterseniz geleceği kurma çabası. İster bu davaları suçsuz yere idam edilen ve hakaretlere uğrayan Başbakan Menderes’in ve bakanlarının ve işkence görmüş, öldürülmüş, hakaretlere uğramış binlerce Türk vatandaşının intikamını almak olarak görün, isterseniz doğmamış çocuklarımızı demokratik bir hukuk devletinde yaşatma çabası olarak. Tercih sizin, hangisini seçerseniz seçin, karşınızdaki tehlikeyi küçültemezsiniz ve yapmanız gerekenleri de göz ardı edemezsiniz...
***
Bu söylediklerimizin sağlamasını yapmak isteyenler için Adem Yavuz Arslan’ın en son kitabını hararetle tavsiye ederim. Arslan bu millet için kelle koltukta gezen kalem erbabı yiğitlerden biri. Son kitabının adı ise ‘Ergenekon’un Zirvesi’ (Timaş Yayınları). Kitapta ortaya çıkarılan belgelere göre Genelkurmay’ın Zirve Yayınevi Cinayeti ile tam ortadan göbek bağı varmış. Öldürülen iki kişinin resimleri cinayetten önce jandarmanın misyonerlik sunumunda kullanılmış. Kiliseye sızan papaz da Genelkurmay’ın ‘yok’ dediği Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi (TÜSHAD) tarafından oraya tayin edilen bir kişiymiş. Ve daha nice şaşırtıcı bilgi ve belge bu kitapta yer alıyor. Bazı gazeteler bu durumu ‘şok belgeler’ olarak verdi. Oysa ki ben son yıllarda yaşadıklarımızdan sonra hala şaşırabilen varsa asıl ona şaşırıyorum. Ve elbette millete millet namına hakaret edenlere, seçilmiş yöneticileri yok etmek isteyenlere acıyanlara acıyorum...
Son söz olarak, darbeler ile hesaplaşma bitmemiştir. Bittiğini sanan taraf bedelini çok ağır bir şekilde öder. Davalar uzun sürdü diye yorulduysak, mahkemeler bir an önce sonuçlansın istiyorsak değiştiğini sandığımız mahzenlere bir kez daha bakmak zorundayız.