Darbe, yargılanması güç bir suçtur, çünkü darbe yapıldığı zaman mevcut hukuk askıya alınır ve kanunların yerini zorbalık alır. Darbeden sonra gelen hukuk ise darbeyi yargılamak için değil, meşrulaştırmak için yazılmıştır. Bu nedenle tüm demokratik sistemler darbeleri önleyecek siyasal ve yasal düzenlemeleri darbe öncesinde, yani suç işlenmeden önce almak zorundadır.
İşlenmemiş bir suçu yargılamak hukuk için gerçekten zor bir durumdur. Ergenekon Davası’nda böyle bir zorluk yaşanmıştır. Mahkeme konuşmalardan, yazışmalardan ve davranışlardan hareketle darbe yapma isteğini tespit etmiştir ve buna göre cezaları vermiştir. Ayrıca darbeye hazırlık için işlenen cinayetler ve diğer suçlar ile yaratılmak istenen kutuplaşma da ayrı bir suç olarak görülmüştür. Bu maksatla biraraya gelinmesi ve hiyerarşik harekât tarzı da terör örgütlenmesi olarak görülmüştür.
Sanıklardan İlker Başbuğ’un masumiyetini ispat için öne sürdüğü kendisini atayan hükümete karşı darbe yapamayacağı argümanı ise ciddiye alınabilir bir tez değildir. Tarih boyunca neredeyse tüm darbeciler kendilerini atayanlara karşı darbe yapmışlardır. Bakınız Mursi-Sisi ilişkisi.
***
Darbe niyetini anlamak için Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ belki de en iyi örneklerden biridir. Darbeler içinde büyüyen ve Türkiye’de yaşanmış neredeyse tüm darbelerin parçası olmuş olan Başbuğ’a göre darbe bir suç değildir, tam tersine bir görev ve bir haktır.
Bakınız Başbuğ 2009 Harbiye konuşmasında bu konudaki görüşlerini nasıl açığa vuruyor:
“Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak iç siyasetle ilgili olmayıp, yasalarla Silahlı Kuvvetler’e verilen bir görevdir ve askerin yasalarla verilmiş görevleri yapma veya yapmama gibi bir seçeneği veya lüksü yoktur... TSK’nın siyasete müdâhale ettiğini öne sürerek TSK’nın özellikle milli güvenlik açısından anayasal düzenin 3 temel niteliği olan ulus-devlet, üniter-devlet ve laik-devlete yapılan saldırılara kayıtsız kalmasını istiyorlar.”
***
Başbuğ’a göre TSK’yı diğer ordular ile karıştıranlar büyük bir yanılgı içindedirler, Türk Ordusu diğer ordulardan farklıdır. Başbuğ, Harbiyelilere hitabında Cumhuriyet’in, özellikle dini çevrelerden büyük bir tehdit altında olduğunu iddia ediyor ve laikliği korumak için eğitim başta olmak üzere, her alanda topyekûn bir mücadelenin şart olduğunu belirterek, bu konuda görevi de askerlere veriyor.
Başbuğ’un yargılanmaya başlandıktan sonra da değiştiğine ihtimal vermiyorum. Nitekim Başbuğ’un kendisini hapishanede ziyarete gelen Amerikalı diplomata laikliği savunduğu için içeride olduğunu söylemesi de asker-sivil ilişkilerine bakış açısının doğal bir yansımasıdır.
Bu anlayış Balyoz Davası’nda ortaya saçılan belgelerde görüldüğü üzere ne yazık ki pratiğe de yansımıştır. Yani Başbuğ ve ekibi işi siyasete ve yargıya müdahaleye kadar götürmüştür. AK Parti’ye kapatma davası açılmadan önce ve sonrasında Genelkurmay ile Anayasa Mahkemesi’nin bazı üyeleri arasında yaşanan olağandışı trafik de bu anlayışın bir diğer tezahürüdür.
***
Demokrasi de, darbecilik de bir kültürdür. Toplumlar ve kurumlar birkaç yılda değişemezler. Bir kurumun başındaki bir veya birkaç kişinin değiştirilmiş olması o kurumun hastalıklardan arındığını göstermez.
Bu bağlamda Türk Silahlı Kuvvetleri yüzyılı aşan hastalıklarını hâlâ bünyesinde taşımaktadır ve hatırı sayılır bir süre daha bu arızalar o bünyede yaşamaya devam edecektir.